“Türk Kültürlü Halklar” Tanımına Dair… |
“TÜRK KÜLTÜRLÜ HALKLAR” TANIMINA DAİR*
“Millî sınırlar içinde bulunan yurt parçaları
bir bütündür, birbirinden ayrılamaz.”
(Atatürk)
Giriş **
Türk Kültür Coğrafyası’nda, Oğuz boylarından birini veya bir kaçını çalıştay çalışmaları çapında gündeme getirirken, bu tanım kapsamına giren coğrafyanın insan varlığının tanımını yapmak ve millet olma sürecini tamamlamış toplumlar için, “Türk Kültürlü Halklar” tanımında;
–Türkçe ana dilli olanların ve bu arada Oğuz Türklüğü’nün yerinin vecibeleri ile birlikte belirlenmesi gerekecektir.
–Süper ve bölgesel güçlerin egemenlik-etnik kimlik ilişkilendirmesinde, çıkar coğrafyası olarak gördükleri bölge halklarına bakış açısına bakmak icap edecektir.
–Ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, millet, millî kimlik anlayışında yaşanan köklü değişikliklere bakılması zaruri de olacaktır.
-Ulusal yapılanmasını ikmal etmiş devlet kapsamında var olan, birlikte yaşanılan halklar arasında değişerek gelişen kimlik anlayışını göz ardı etmemek gerekecektir.
Bütün bunlardan evvel, çalıştay ve kurultaylardan anlaşılanın ne olduğuna bakılabilmelidir. Yapılış amaçları ve beklenilen hâsıla konusunda hemfikir olunması zarureti vardır.
Zira her an emperyalizm ile onlara araç ve alet olan mikro milliyetçi kadrolar arasında yapılan bu türden kültürel etkinliklerden güdülen amaçla, millî olmayan çıkarlara araç olma durumuna düşürülebilir. İstenmemesine rağmen bu girdaba girilmiş olunur. Bu mümkündür.
Türk Kültür Coğrafyası; Türklük dünya genelinde ve bu arada Anadolu Türk kültür coğrafyasında, ulusal devlet yapısını geliştirip inşa ederken, birçok aşamadan geçmiş; bölgecilik, mezhepçilik, ırkçılık ve kavmiyetçilik gibi safhaları aşarak, Türkiye Cumhuriyeti olarak “Türk milleti” tanımı oluşturmuştur. Bu tanımlama, millet yapılanmasını tamamlama sürecinde farklı ana dil, din ve mezhebi de karşılıklı etkileşim, paylaşımla bünyesinde özümsemiştir.
Bu süreçte üzerinde yaşanılan vatan toprağında bir kültür coğrafyası oluşturulmuştur. Bu coğrafyanın ismi Türk Kültür Coğrafyası, oluşturucuları, aynı zamanda sahipleri de olan Türk milletini meydana getiren halklardır.
“Türk Kültürlü Halklar” tanımına gelince, bu tanım, ortak kültür coğrafyası halklarının tümünü kapsamına almaktadır.
Türklük sadece ana dil ile belirlenmez. Türklük bir kavim veya ırk olma aşamalarının çok önünde olan millet tanımıdır. Milletlerin dil varlıkları birlikte yaşanılan halkların tümünün dilini kapsar. Ortak millî, resmî dil, eğitim ve kültür dili bir tane olmakla birlikte, ortak coğrafyanın diğer tüm dilleri de, millî dil varlığının aslî değerlerindendirler.
Kültürel kimlikte dil belirleyici unsur olarak fevkalade önemli iken, millî kültürün, bu arada millî kültürel kimliğin belirleyicisi de sadece ve muhakkak dil değildir.
Halkları ana dil farklılığından hareketle dil sayısınca bölünmeye sürükleyen emperyalist ülkelerin beherinde, resmî eğitim dili bir tane iken, ülke halklarının dilleri ülke halk kesimleri kadardır.
Giderek Türk kültür coğrafyasının ana dili Türkçe olan halk kesimine bakılınca, Türklük sadece Oğuzluk’tan oluşmamaktadır. Kumanlar, Peçenekler ve Türk dilliliğin ana arterlerinden diğer Türk kanatlar da vardır.
Ön Türklerle başlanılan süreç, bir ana çınarın gövdesinden kopmadan ayrılan ana dalları gibi, Türk kültür coğrafyasını dünyanın farklı kıtalarında tarih sahnesine çıkarmıştır. Bazen bu dallar farklı birleşimlerle Türklüğün farklı tezahür biçimlerini hayata geçirmişlerdir. Her dönemde Türk budun kapsamında ana dili Türkçe olmayan halkları da ihtiva etmiştir. Bazı hallerde de ön Türkler döneminden itibaren Türk dilli halklar az çok farklı coğrafyalarda tarih sahnesine çıkar ve zamanla aynı siyasi yapılanma içerisinde buluşur, yaşar ve ayrılabilirler. Bu egemenlik alanları da, farklı ana dilli halkları yok saymayıp, Türklüğün eşit bir parçası olarak algılamışlardır.
Sosyal yapılanmanın genel özelliklerini kısaca özetledikten sonra, millet yapılanmasında gövdenin ana unsurunu oluşturan Türk damarın kaçınılmaz vecibelerine, gelişen olayların zaruri kılması nedeniyle bazı vecibelerine değinmek istiyoruz.
Türkiye’de Türk soyculuğundan yola çıkılarak izlenilen bir resmî devlet politikası olmamıştır. Aydınlar, siyasiler, bilim insanları, birtakım örgütler, merkezlerine Türkçülüğü alan arayışları olabilmiştir. Ancak bu görüşler bize göre hiçbir zaman resmî, millî politika olmamış, baskı unsuru, inkâr edici, yok sayıcı bir noktaya gelmemiş, getirilmemiş, getirilmelerine fırsat verilmemiştir. Böylesi arayışlara fırsat veren, şans tanıyan, kontrolden çıkmalarına göz yuman tutum ve davranışlar, bize göre millî bünyedeki tesanütü bozar. Millî bünyedeki birlikten yana güçleri atıl hale getirir, hatta ihtilaf unsuru haline sokar. Emperyalizmin parçalama operasyonlarına yukarıda da belirtildiği gibi vasat yaratır.
Türkiye’de, Türk kimliğine özellikleri ile vurgu yapma dönemi, aksiyoner bir davranış olarak değil, etnik milliyetçiliğe karşı, bir reaksiyon olarak baş göstermiştir.
Bir dönem etnik terörün merkezine, farklı bir kültürel kimliğe mensubiyet zihniyeti oturunca, farklılıkların yanı sıra aynılıkların da olduğunun anlatılmalarına ihtiyaç duyulmuştur.
* * *
Millî bir bayrak altında birlikte yaşayan halkların birlikteliğini ve bu birlikteliğin devamını sağlayan unsurlardan birisi kültür birliği, kültür birliğinin yapısal unsurlarından başlıcası da yansımaları ile birlikte folklorik hayattır. Folklor, halkları bir arada tutan en güçlü kültürel harç iken, folklorun dilindeki bozulma, halkların ortak dilden kopmaları ile başlar. Halkın kültüründen hareketle ortak dili oluşturamaz iseniz, ortak dilin ortaklık vasfını yitirirseniz halk kültürünüzdeki birliği sağlayamazsınız. Halkların kültürlerini millî yapan halk kültürlerindeki ortaklık, halk dilini millî dil yapan da millî dilin halk dilinden kopuk olmamasıdır. Halk dillerinden farklı millî diller oluşturma süreci halk kültürlerinden hareketle farklı milliyetler oluşturulmasının yolunu açar. Giderek dağılan millî kültür, millî olma vasfını yitirir, millet halk kesimlerini bir arada tutan harcı yitirdiği için, toplumun millet olma özelliği zafiyete uğratılmış olur. Millet biteviye bölünen sayısız halk yığınlarına bölünmüş olur.
Bu bölünme dağılma sürecinde emperyalizm, siyasi oryantalizm vasıtasıyla işbaşındadır. İki karındaşın dahi tamamen aynı özellikte olmadığı, yaradılışın bir sonucu olan gerçekten yola çıkılınca farklılık bulmak zor olmaz. Biteviye bir bölünme sürecinde halkların halk kültürü farklarından yola çıkılır, halklar arası kültür farkları yaratılıp geliştirilir.
Bu nokta halk kesimlerinden her birine sorumluluk yükler. Bu sorumluluk farklılıklara saygılı davranılırken, aynılıklara da sahip olmayı gerektirir. Birlikte yaşayan halklar aynılıklarına ve ayrılıklarına sahip çıkarlar iken, sorumluluğun büyük payı halk kesimlerinden çoğunluğa mensup olan kesime düşer.
Özetle, mensubu bulunulan halk kesimine sahip çıkmadan evvel, halkların birlikte ortak kültürde yaşamaları fikriyatına sahip çıkılmalıdır.
İnkârcılık, birlikte yaşayan halkların ihtilafa sürüklenme sürecinde emperyalizmin elini güçlendirir.
Demokrasilerin siyasi erke verdiği, planlayıp uygulama hakkı kadar kültür bilicilere de vermiş olduğu gözleme, izleme, fikir üretme, milletine, millî değerlerine sahip çıkma hakkı da saygındır ve sorumluluk içerir.
Türkiye Cumhuriyeti 100. yaşına girmeğe hazırlanırken, Anadolu kültür kesimlerinde yapılan halk kültürü alan çalışmaları ürünlerinin ortak millî kültüre harç oluşturma noktasında alınabilen mesafeyi ölçebilmedir. Bu ölçüm sonuçları emperyalizm karşısında millî devletin, oryantalizm karşısında millî Türkiyat’ın aldıkları mesafenin ölçümü sağlayacaktır.
Türkiye’de giderek tırmandırılan etnik milliyetçiliğin, fikri, ideolojik tahribatı boy mensubiyeti ile yola çıkılarak önlenemeyeceği gibi, emperyalizme yeni faaliyet alanları, kazanılmış yeni mevziler sağlamış olur.
* * *
Bu noktada, mevcut gelişmeleri esas alarak kısa açıklamalarla geleceğe bakılması yarar sağlayacaktır. Milliyetçiliği boy bazında ele alarak boy milliyetçiliği noktasına indirmek millet hayatında felaketlere davetiye çıkarabilir.
Dil sadece dil bilimle sınırlı olan bir alan değildir. Parçalanmaya tabi tutulmuş bir dil ile yapılmış ilmî çalışmanın millî kimliğini tespit etmek, belirlemek mümkün değildir. Mesela halk bilimi alanında yapılmış bir alan çalışmasını millî dili bir kenara koyarak da bütüne ulaşamazsınız, yerel dillerin katkısını yok sayarak da yeteri kadar derine inemezsiniz.[1]
Türk iç siyaset hayatında “açılım” olarak yer alan gelişmeler, büyük ölçüde “Kürt milletleşme sürecinde romantik dönem” olarak algılanmış ve uygulama alanları bulabilirken de, bu gelişmenin Türk milleti ve onu oluşturan halk kesimlerinin hayatındaki yankılanmaları Türkoloji adına değerlendirilememiştir. Aynı takımın elemanları durumunda olan bilim erlerine ortak millî forma giydirilememiştir.[2] Millî kültürler, birlikte yaşanılan halkların kültürlerinden oluşurlar.
Balkanlardan Anadolu’ya göçe zorlanan ana dili Türkçe olan ve olmayan Osmanlı Türklüğü bakiyesi kader birliği yapmış halkın Türkçe bilgilerinin çok yetersiz olduğu, aralarında çok sayıda Türk soylu olmayanların da bulunduğu, zamanın Türk Ocakları Genel Başkanı’na, Türk milliyetçiliğini soyculuk olarak anlayan bir grup genç tarafından yansıtılınca, Hamdullah Suphi Tanrıöver’den aldıkları cevapta, gelen halkın Türk kültürlü ve Türklükle, Türklerle kader birliği yapmış bizim bir parçamız oldukları belirtilmiştir.
Balkanlardan başka halklar değil, Türk kültürlü halklar, Türk dillilerle birlikte sürülmüşlerdi. Onların tercihleri de başka bir yer değil Türkiye olmuştu.
Türkiye, ABD’nin Birinci Körfez çıkarması döneminde Kuzey Irak’tan Türkiye’ye sığınan halka ana dili farklılığına bakılmaksızın kucağını açarken, onların halk kültürlerini de incelemeye çalışmıştı. Tıpkı Güney Türkistan’dan Anadolu’ya gelen halka açılan kucaklardan sonra, halk kültürleri de incelendiği gibi. Ancak, son dönem göç dalgaları ile Anadolu’ya gelenlerle ilgili yapılan böyle bir çalışma hatırlanmamaktadır. Türkiye’de Türkmen/Yörük boylarının teşkilatlanmaları yoğunlaşırken, Suriye ve Irak Türkmenleri kültürleri ile de ilgilenile bilinmeliydi, kanaatindeyiz.
Türkiye’de yapılan lisans ve lisansüstü çalışmaların edinimlerinde folklor aktarımı yapılamamış iken, fazla beklentiye girilmesi beklenemezdi. Bu biraz da, Türkiye’de kültür birliği tehdit altında iken, Avrupa’daki Türk varlığının kültür birliğini tartışmaya benzer.
Özetle, kültürel haklarının yanında olduğumuzu açıkladığımız halkların, gayri millî davranışlarına hak kazandırmaz. Bu istikamette yönlendirilmelerine de haklılık kazandırmaz.[3]
Biz, Kürt kültürü, Zaza kültürü, Çeçen, Lezgi, Pomak, Boşnak, Torbeş kültürünü, bu arada onların dil kültürlerini de Türklük biliminin malı, alanı ve sorumluluk sahası kapsamında düşünenlerdeniz.[4]
Bizim birlikte yaşanılan halkların ana dilleri konusundaki yaklaşımımız, yaşanılan gerçeğin esas alınması, bölge halklarının dil mirasına bölge halkları olarak ortak anti-emperyalist tavır konulması şeklindedir. Ortak bir Türkçe inşası kültür coğrafyamız için anti-emperyalist bir açılım olarak gelişecek ise, bu ortak yapılanma Türkçe içerisinde olabilmelidir. Bu formül sadece Kürtçe için değil, kültür coğrafyamızın diğer halkları için de geçerli olmalı ve dil bilimci kadrosu da farklı ana dilli bölge halklarından Türkologları içerebilmelidir.[5] Türkiye’de konuşulan diğer yerel dillerden eğitim veren merkezlerle birlikte ele alınabilir ise Türkoloji açısından daha anlamlı olur kanaatindeyiz. YÖK kayıtlarından yapılabilen tespitlerimize göre; Düzce Üniversitesi bünyesinde “Abaza Dili ve Edebiyatı”, “Çerkez Dili ve Edebiyatı” ile “Gürcü Dili ve Edebiyatı”; Rize Üniversitesi bünyesinde “Gürcü Dili ve Edebiyatı”; Edirne’deki Trakya Üniversitesi’nde “Boşnak Dili ve Edebiyatı” ile “Arnavut Dili ve Edebiyatı” anabilim dallarında lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi verilmektedir.[6]
Türkiye’nin diğer bölgelerinde de yerel dillerin yoğun konuşulduğu yerleşim birimlerinde, 2010 yılı itibariyle; Abazaca, Adığece (Çerkezce), Arnavutça, Boşnakça, Gürcüce ve Lazca dillerinde, seçmeli ders olarak ortaokullarda eğitim verilmeye devam edilmektedir. Bütün bu merkezlerin ortak bir Türkoloji hedefine yöneltilmesi, birlikte yaşayan halkların araştırma merkezleri inkâra ve ihtilafa sokulmadan, ortak kaderi paylaşarak inşaya çalışmaları ne kutlu bir rüya olurdu.[7]
Maalesef millî Türkoloji’miz birlikte yaşayan halklarımızı ortak millî paydada bütünleştirerek anti-emperyalist bir yapılanmayı bize göre yeterince yapamazken, boşluğu fırsat bilen üst akıl güdümündeki bazı kesimler, “ulus devlete karşı halkların kültür stratejisi ittifakı” türünden söylemler geliştirebilmektedirler
Birlikte yaşayan halkların dilleri dâhil, halk kültürlerini Türkoloji’nin çalışma alanı kapsamına alamayan Türkoloji, millî eğitim dili olan Türkçeye alternatif yerel dillerin getirilmekte olduğunun da farkında değildir.[8]
Bu anlayışla kültürel yabancılaşmanın önü alınamaz, ona seyirci kalınmış olmanın mesuliyeti yüklenilmiş olunur.
Dar anlamda Türklük bilimci bir elli yıl bekler ve “Amerikan Board Misyonerlerinin Türkiye’de Yaşayan Ana Dillerinde Farklılıklar da Bulunabilen Halk Kesimlerinin Ulusal Kimliklerinin İnşasındaki Rolleri” konusundaki ilmi(!) bildirisi için ABD’ye gider.
“Türkiye bu tutumu ile bölge halklarının yükseköğretim, eğitim merkezi olmayı hedeflemektedir” vurgusunu yapmaktaydılar.[9]
Üniversitelerin Abazaca, Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce, Gürcüce, Kürtçe, Süryanice, Zazaca anabilim dalları açmaları, bu eğitim politikasının doğal bir sonucudur denilebilir mi?[10]
Konu, doğrudan doğruya kimlik bağlantılı bir anlayışın ürünü olmakla ilgilidir. Türklüğe yüklediğiniz anlam, mikro milliyetçilik ile sınırlı ise Türkoloji’den anlayışınız da; içerdiği konular ve kapsadığı millî kültür anlayışınız o kapasitede olacaktır.[11]
Birlikte yaşayan halklar aynılıklarına ve ayrılıklarına sahip çıkarlar iken, sorumluluğun büyük payı halk kesimlerinden çoğunluğa mensup olan kesime düşer.
Biz Türkler; Kıpçak, Peçenek, Uygur, Oğuz olduk. Bazen bu Türk toplumlardan birinin adı ile ve bazen de farklı karmalar olarak tarihin farklı dönemlerinde farklı Türk kültür coğrafyalarında olduk, kültür coğrafyamızı oluşturduk. Türk budunun tarih sahnesine çıkışından itibaren Türkçe ana dilli olmayan Türk kültürlü halklarla da birlikte olduk.
* Bu metin, 04-07 Ekim 2018 tarihleri arasında Isparta’da düzenlenen Isparta Avşar Kurultayı/Çalıştayı için hazırlanmıştır.
** Dr. Yaşar Kalafat, Halk Bilimi Araştırmaları Kültür ve Strateji Merkezi, [email protected], www.yasarkalafat.info
[1] Yaşar Kalafat, “Türkoloji Alanını mı Paylaşıyor?”, www.yasarkalafat.info
[2] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[3] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[4] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[5] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[6] Yaşar Kalafat, “Yeni Türkiye’de Türklük Biliminin Yeri”, www.yasarkalafat.info
[7] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[8] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[9] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[10] Yaşar Kalafat, a.g.m.
[11] Yaşar Kalafat, a.g.m.