Quantcast
Ulubatlı Hasan Ağa ve Sekbanlarının Bilinmeyen Târihî Kimliği – Belgesel Tarih

Hakan YILMAZ
Hakan  YILMAZ
hakanyilmaz.iletisim@gmail.com
Ulubatlı Hasan Ağa ve Sekbanlarının Bilinmeyen Târihî Kimliği
  • 13 Nisan 2025 Pazar
  • +
  • -
  • Hakan YILMAZ /

Genç Bir Asker mi, Emektar Bir Yeniçeri mi? *
Ulubatlı Hasan Ağa ve Sekbanlarının Bilinmeyen Târihî Kimliği

Bursa’nın yetiştirdiği ender târihî kahramanlardan biri olan Ulubatlı Hasan’ın kimliği hakkında erken modern târih yazarları hiçbir literatürel bilgi ve bulguya ulaşamamışlar; bunun doğal bir neticesi olarak da, canını fedâ etme pahasına İstanbul’un fethinin önünü açmış olan bu şanlı Türk askerinin gerçek yaşam öyküsü ve Osmanlı ordusu içindeki statüsü hakkında, oldukça basit ve kısır birer tahminden öteye geçmeyen farazî birtakım hikâyeler kurgulamışlardır.

Bundan daha birkaç yıl öncesine kadar Ulubatlı Hasan’dan bahseden “yegâne kaynak” olduğu sanılan imparator Konstantin’in başmuhâfızı Yorgios Sfrancis’in, kuşatmada tuttuğu notlarından yaptığı uzun eklentilerle 29 Mart 6986/1478’de yeniden derleyip genişlettiği Chronicon Maius’unda[1]: “τις ἰανίτζαρις τοὔνομα Χασάνης, ἐκ τοῦ Λουπαδίου : Lopadion (Ulubat) taraflarından ‘Hasanis’ = ‘Hasan’ adlı bir yeniçeri…” şeklinde verdiği yalın bilgiyi[2] tamâmen alâkasız noktalara çekip, onu hayâl dünyâlarında Ulubat köyünden çıkıp gelerek Fâtih’in ordusuna katılmış tecrübesiz, genç bir delikanlı şeklinde kurgulayan erken modern târih yazarları, her şeyden önce rivâyetin kendi içeriğine ve “ἰανίτζαρις / ianizari : yeniçeri”lerin: “si sun tuti soldadi del signor, i qual è pagadi de zorno in zorno, tuti son homeni zernidi e valenti a la bataia : Sultân’ın maaşları günü gününe ödenen, yetenekli ve belli askerî bir görevle vazîfeli seçkin askerleri” olduğu gerçeğine[3] taban tabana zıt olan hayâlî bir karakter ortaya çıkarmışlardır.

Fâtih Sultan Mehmed’in Topkapı (Romanos) burcuna çıkarak ilk sancağı diken şehid Sancaktârı Ulubatlı Hasan Ağa’nın Ulubat’ta yer alan eski heykeli. Karacabey/Bursa

Bu tâlihsiz girişimi kendi hayâl dünyâlarında daha da aşırı bir çizgiye taşıyan bâzı edebiyatçılar ve popüler târih yazarları ise, ortaya doğruluğunu kanıtlayacak tek bir düzgün kanıt dahi koyamamalarına rağmen Hasan’ın “1425’te doğduğu” ve “yirmi sekiz yaşında şehit olduğu” yönünde realitesi kendinden menkul bir de “doğum târihi” icâd etmişlerdir. Yine onun şehâdeti sırasında gerçekleştiği öne sürülen, ancak ortaya atanların kendi ütopyaları dışında hiçbir ilmî delile istinâd etmeyen mûcizevî birtakım olaylar da bunların üzerine eklenerek, literatürdeki meşhur “Efsânevî Ulubatlı Hasan” karakteri meydana getirilmiştir.

Bu araştırmamızda Ulubatlı Hasan ve askerlerinin tarihî kimliği, ordu içindeki sınıf ve statüleri ortaya konularak, önceki araştırmalarımızdaki özgün veriler ve yeni bilgilerin sentezi ışığında Ulubatlı Hasan’ın bilim dünyâsına meçhûl kalan biyografi metni inşâ edilmeye çalışılacak; ayrıca günümüze ulaşan kabrinin aslında daha önce bir türbe şeklinde inşâ edilmiş olduğu da yine aynı veriler ışığında ortaya konulacaktır.

Romanos (Topkapı) burcunun arkasında imparatorun yanında hazır bulunan Sfrancis’in, Ulubatlı Hasan’ın otuz sekbanıyla birlikte surlara çıkış ânı ve devâmında yaşanan gelişmeleri sıcağı sıcağına aktardığı Chronicon Maius’undaki çağdaş satırları. Chronicon Maius, British Library, Add. Ms. 36539, f. 84r-84v.

Ulubatlı Hasan Genç Bir Asker mi, Meşhur ve Emektar Bir Yeniçeri miydi?

İstanbul’un fethinin simge ismi ve şehrin alınmasının sebebi konumunda bulunduğu için öteden beri popüler tarihçiler ve roman yazarlarının yoğun ilgi duydukları Ulubatlı Hasan hakkında, o dönemde literatürde Sfrancis’in yukarıdaki sözleri dışında hiçbir bilgi yer almaması nedeniyle tahmînî çıkarımlarda bulunulması bir dereceye kadar kabul edilebilir gibi gözükebilir. Ancak onun “genç ve tecrübesiz bir asker” değil, Çelebi Mehmed ve II. Murad devrinden beri tanınmış meşhur ve tecrübeli bir yeniçeri olduğunu kesinleştiren sayısız çağdaş tarihî veriler ortaya koymamıza rağmen, günümüz târihçilerinden bazılarının aksini ispat edemeyeceklerini çok iyi bildikleri hâlde ısrarla bu yeni bulguları görmezden gelip, hâlâ eski yersiz ve mesnedsiz algıları ön plâna çıkarma yönündeki çabaları bilimsel realiteye uygunluk açısından kabul edilebilir bir durum değildir.

Ulubatlı Hasan’ın adı, eline kılıç ve kalkanını alarak berâberindeki otuz yeniçeri ile birlikte Romanos (Topkapı) burcuna tırmanması, burcun üzerinde Rumlar’la çatışması ve berâberindeki erlerin çoğu ile birlikte şehâdete varması, o sırada burcun geri tarafında imparatora eşlik eden Sfrancis tarafından devâmında yaşanan gelişmelerle birlikte şu ifâdelerle kayıt altına alınmıştır:

“Καί τις ἰανίτζαρις τοὔνομα Χασάνης, ἐκ τοῦ Λουπαδίου ὁ γιγαντώδης ὥρμητο λένδρος, ὑπὲρ κεϕαλῆς τῇ ἀριστερᾷ χειρὶ τὸν ϑυρεὸν βαλών, τῇ δὲ δεξιᾶ τὸ ξίϕος ἀσπασάμενος, ἐπὶ τὸ τεῖχος, οὗ ἐϑεώρει τὴν σύγχυσιν, ἐχώρησεν. Εἴποντο δὲ αὐτῷ καὶ ἕτεροι ὡσεὶ τριάκοντα τὴν ἀνδρείαν ζηλώσαντες. Οἱ δὲ ἐναπομείναντες ἡμέτεροι ἐν τῷ τείχει κατεκόντιζον αὐτοὺς καὶ βέλεσιν ἔβαλλον καὶ λίϑους ὑπερμεγέϑους ἐκύλιον κατ’ αὐτῶν· δέκα καὶ ὀκτὼ ἐξ αὐτῶν ἀπεκρήμνισαν. Ὁ δὲ Χασάνης οὐ πρότερον ἐπέσχε τὴν ὁρμὴν ἢ ἀνελϑεῖν ἐν τοῖς τείχεσι καὶ τρέψασϑαι τοὺς ἡμετέρους. Ἡνίκα γοῦν ἐκράτησε τῆς ἐπιχειρήσεως, καὶ ἕτεροι πολλοὶ ἀκολουϑήσαντες ἀνήρχοντο εἰς τὸ τεῖχος. Καὶ τοὺς ἀναβαίνοντας οὐκ ἔφϑανον κωλύειν οἱ ἡμέτεροι διὰ τὴν ὀλιγότητα· οἱ δὲ πολέμιοι πλῆϑος ἦσαν, τοῖς δὲ ἀναβᾶσι συμπεσόντες ἐμάχοντο καὶ ἦν οὐκ ὀλίγος αὐτῶν ὁ ϕόνος. Καὶ ὁ Χασάνης μαχόμενος προσπαισϑεὶς πέτρᾳ τινὶ κατέπεσεν. Ἐπιστραϕέντες δὲ οἱ ἡμέτεροι καὶ ἰδόντες αὐτὸν κείμενον ἔβαλλον πάντοϑεν, ὁ δὲ εἰς γόνυ διαναστὰς ἠμύνετο· ὑπὸ δὲ τοῦ πλήθους τῶν τραυμάτων παρείθη τὴν δεξιὰν καὶ κατεχώσθη τοῖς βέλεσι. Καὶ ἕτεροι πολλοὶ ἀπε κτάνθησαν καὶ ἐπλήγησαν καὶ ἕνεκεν τῶν τραυματειῶν πρὸς τὸ στρατόπεδον ἐκο μίσθησαν. Εἶτα τοσούτου ἀναβάντος τοῦ τῶν πολεμίων πλήθους οἱ ἡμέτεροι διεσκεδά σθησαν καὶ ἀφέντες τοὺς ἔξωθεν τοίχους ἔσωθεν διὰ τῆς πύλης ἔβαινον καταπατῶν τες εἷς τὸν ἕτερον. Ταῦτα δὲ οὕτως ἔχοντα, καὶ φωνή τις ἐῤῥέθη ἔσωθεν καὶ ἔξω θεν καὶ ἐκ τοῦ μέρους τοῦ λιμένος ἑάλω τὸ φρούριον καὶ τὰ στρατήγεια καὶ τὰ ση μεῖα ἄνωθεν ἐν τοῖς πύργοις ἔστησαν. Καὶ ἡ φωνὴ τοὺς ἡμετέρους ἐτρέψατο, τοὺς δὲ πολεμίους ἀνεθάῤῥυνε· καὶ ἀλαλάξαντες φωνὰς πολλὰς καὶ προθύμως ἄνευ φόβου οἱ πάντες ἐπὶ τοὺς τοίχους ἀνέβαινον.[4]

“İşte o sırada aslen Lopadion (Ulubat)’lı olup koca bir vücûda sâhip olan ‘Hasan’ adlı bir yeniçeri, sol eli ile başının üstüne kalkanını tutup, sağ eli ile kılıcını çekti ve bizimkilerin şaşkınlık içinde geri çekildikleri o bölgede surun tepesine doğru atıldı. Onunla aynı cesareti göstermek isteyen otuz kadar diğeri de kendisini takip etti. Bizimkilerden hâlâ surlarda kalanlar ise üzerlerine kayaları yuvarlıyorlardı ve onlardan on sekizini aşağı attılar. Ne var ki, Hasan kendisine mahsus şiddeti ile sûrun üzerine çıkıp bizimkileri kaçırmayı başardı. Bu zafer üzerine diğerleri de onu takip ederek surlara tırmanma fırsatını buldular. Bizimkiler, sayılarının pek az olması nedeni ile sûra tırmananlara mânî olamadılar. Düşmanın sayısı fazla idi, buna rağmen yine de yukarıya çıkanlara saldırdılar ve onlardan birçoğunu öldürdüler. Bu çatışma sırasında Hasan’a bir taş isâbet etti ve onu yere yıktı. Kendisini yere yıkılmış görünce, bizimkiler de üstüne her taraftan taş fırlatmaya başladılar. O ise dizleri üstüne kalkmış kendini savunmaya çalışıyordu. Ancak almış olduğu pek çok yaradan dolayı artık sağ kolu işlemez oldu ve oklarla kaplandı, nihâyet [onunla birlikte] berâberindeki pek çok kişi daha öldü ve yaralandı, yaralıların bir kısmını ordugâhlarına naklettiler. Sonra sûrun üzerine o kadar çok düşman çıktı ki, dış surları terk ettikten sonra kapıdan kaçışan bizimkileri dağıttılar. Tüm bunlar olup biterken hem içeriden, hem dışarıdan, hem de liman tarafından bir ses yükseldi: ‘Kale (şehir) düştü! Kulelerde bayraklar ve askerî ‘alemler yükseldi!..’ Bu ses bizimkileri tamâmen kaçırttı ve düşmanlarımıza daha çok cesâret verdi. Ve korkunç çığlıklar ve bağrışmalar içinde surlara saldırdılar ve korkusuzca tepelerine kadar vardılar.”[5]

Ulubatlı Hasan Ağa ve sekbanlarının Topkapı yakınlarındaki “Top-yıkığı” adlı mevkiiden burca çıkış, düşmana kılıç vuruş ve sancak dikme vak‘asını özetleyen Tārīḫ-ī Āl-i ʿOs̱mān’daki rivâyet. Kitābu Tārīḫ-ī Āl-i ʿOs̱mān, Paris Bibliothèque Nationale, Turc, nr.: 98, vr. 50b, st. 1-7.

Kuşatmanın en büyük görgü şâhidlerinden olan Sfrancis’in, imparatorun yanında bulunduğu sırada gördüğü ve sıcağı sıcağına aktardığı bu satırlar; yeniçerilerden bir grubun son hücum ânında ilk kez Ῥωμανοῦ / Romanos (Topkapı) burcu üzerine çıktığını, kara surlarının en korunaklı noktası olan bu burca Sultân’ın hâssa ordusuna mensup olan, Λουπαδίου / Lopadion (Ulubat) taraflarından çıkma Χασάνης / Hasanis (Hasan) öncülüğündeki 18 + 12 = 30 kişilik bir yeniçeri grubunun tırmandığını, ancak bunlardan δέκα κ αί όκτώ / On sekiz”inin atılan taşlarla hemen ortadan kaldırıldığını, bilâhare Hasan’la arkasındaki diğer on iki kişiden çoğunun da yoğun ok ve taş bombardımanı altında şehâdete vardığını, bilâhare yaralananlardan bir kısmının burcun dibinden alınarak ordugâha taşındığını tarihî açıdan kesinleştirir.

Yakın zamâna dek “Ulubatlı Hasan” adlı birinin hiç yaşamadığını öne süren kimi târihçiler, onun otuz yılı aşkın bir süre Edirne sarayında görev yapan tanınmış, seçkin bir Sancaktar olduğundan habersiz oldukları için kendilerince mantıklı bir delil öne sürdüklerini zannederek, o an burca sancak diken kişinin isminin ve kimliğinin düşmanları tarafından bilinemeyeceği varsayımını buna gerekçe göstermişlerdir. Oysa çağdaşı Sfrancis’in eski ve tecrübeli bir devlet adamı olan Hasan Ağa’nın kimliğinden habersiz kalmış olması, veyâ savaş ânında ya da olayın ardından başkalarından bu konuda bilgi alma imkânına sâhip olmaması için mantıklı hiçbir sebep ve gerekçe yoktur. Nitekim o, yukarıda Hasan’ın Rumlar’la burçta tek başına çatıştığı aşamadan söz ederken, onun nev’i şahsına münhasır güç ve kuvvetinin kendisi ve etrâfındakiler tarafından iyi bilindiğine: “Ne var ki Hasan, ‘kendisine mahsus şiddeti ile’ sûrun üzerine çıkıp bizimkileri kaçırmayı başardı.” cümlesiyle açık bir vurgu yapmıştır. Sfrancis’in bu özgün vurgusu ortaya çıkan diğer çağdaş târihî verilere tam bir paralellikle, Ulubatlı Hasan’ın o devirde Rum elit çevrelerinde de tanınmış bir kimse olduğunun apaçık bir kanıtıdır.

Ulubatlı Alemdâr Baba Hasan’ın Fâtih Horhor yakınlarında yer alırken 1956’da sebepsiz yere yıktırılan mescidinin 1943 yılında çekilmiş bir fotoğrafı. Alfons Maria Schneider, Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi: D-DAI-IST-KB 0344.

Burca ilk çıkan yeniçerilerden -öncüleri Hasan ve on sekiz eri de dâhil olmak üzere- ölenlerin tümünün cesedlerinin sur dibinde bırakıldığına, yaralananlardan ise yalnız bir kısmının ordugâha taşındığına ışık tutan bu çağdaş metin, hafif yaralı oldukları ve birkaç yeniçeriden ibâret kaldıkları anlaşılan diğer kısmının ise o an şehre girmeyi başardıklarına dâir ilginç bir ipucu içerir.

Alemdâr Ulubatlı Hasan Ağa’nın Fâtih İskenderpaşa Mahallesi’nde, Kırma Tulumba Sokak’la Girdap Sokak’ın kesiştiği köşede yer alan kabri

Sfrancis, imparatorun ölüm anlarını anlattığı kısımda Χασνης, ἐκ τοΛουπαδου / Lopadion’lu Hasan” ve peşindeki yeniçerilerin tırmandıkları ilk burcun “ἁγίου Ῥωμανοῦ / Hagios Romanos” (Top-)kapısı tarafı olduğunu daha kesin bir ifâdeyle dile getirerek, o sırada bunlardan sağ kalan birkaçının şehre girmeyi başardıklarını çok açık ve net bir şekilde belirtmiştir:

“Καὶ ἕτεροί τινες στρα τιῶται οὐκ ἀγενεῖς μαχόμενοι ἐν τῷ τόπῳ ἐκείνῳ καὶ αὐτοὶ ἀπεκτάνθησαν πλησίον τῆς πύλης τοῦ ἁγίου Ῥωμανοῦ, ὅπου τὴν ἐλέπολιν ἐκείνην κατεσκεύασαν καὶ τὴν μεγάλην ἐλεβόλην ἔστησαν καὶ τὰ τείχη τῆς πόλεως χαλάσαντες ἐκεῖθεν ἐν τῇ πόλει πρῶτον εἰσῆλθον.”[6]

“Aynı derecede kahraman olan diğer askerler de, Türkler’in büyük topu yaptıkları, kurdukları ve attıkları güllelerle surları yıkıp şehre ilk girmiş oldukları Hagios Romanos kapısının aralarında yiğitçe savaşıp öldüler.”[7]

Orhan Gâzî’nin son zamanlarında, 760/1359 yılı civârında yazılan ilk Tārīḫ-ī Āl-i ʿOs̱mān nüshasının yeni zeyllerle Kanunî devrine kadar getirilmiş mufassal bir nüshasında da, Sfrancis’in yukarıdaki satırlarına eşdeğer şekilde, İstanbul’a ilk kez “ تُوپْ يِقِغِى / Top-yıḳıġı” denilen “Topkapı” yâni “ πύλης τοῦ ἁγίου Ῥωμανοῦ : Hagios Romanos kapısı” tarafından girilip, ilk Türk sancağının buraya dikildiği ve burca çıkan gâzîlerin o sırada kılıçlarıyla kâfirlerle mücâdeleye giriştikleri açıkça ifâde edilmiştir:

“Beşik-ṭaşı’ndan gemileri ḳaraya çekdürüp, ḳızaġa alup Ḳozlu-pıñar līmānına ḳodılar. Kāfir anı göricek ümmīẕin kesdi, ammā tekūrına ġayret düşüp ceng itdi. Āḫir: ‘Yaġma!’ çaġırdılar, ‘Allāhu ekber!’ [diyü] yüriyiş itdiler; ‘Top-yıḳıġı’ dirler, biraz yıḳılmışıdı, Allāhu Teʿālā kereminden girüp İslām sancāġın dikdiler, girüp kāfire ḳılıç ḳoyup mālın-esbābların yaġma ḳıldılar, Ḳosṭanṭīniyye fetḥ oldı.”[8]

Yine çağdaş Bizans târihçilerinden Mikhael Kritovulos, Dukas ve Latin târihçilerinden Nicolo Barbaro’nun da “San Romano” kapısı çevresinde cereyân ettiğini açıkça belirttikleri bu büyük vak‘anın, Sfrancis’in gözlemlerine eşdeğer şekilde; burca çıkan yeniçerilerin “ellerine kalkanlar alarak”, “korkunç çığlıklar atıp (tekbir sesleriyle)” surlara tırmandıkları, burçtaki Rumlar’la çatışıp “onları burçtan kaçırdıkları”, onların ise buna karşılık “üzerlerine taşlar yağdırarak”, büyük bir kısmını “surla sedd (burç) arasındaki derin hendeğe attıkları” birtakım olaylar dizisi eşliğinde gerçekleştiği haber verilmiştir[9].

Ünlü Fransız yazar Georges Guillet de Saint-George’un Histoire du regne de Mahomet II. Empereur des Turcs adlı monografisinin ilk cildinin iç kapağı ve onun, Ulubatlı Hasan’ın “yüksek statüye sahip bir kumandan”, Balaban’ın ise “onun askerlerinden biri” olduğunu açıkladığı satırlar (Paris 1681, p. 214-216).

İşte burada verilen bilgilerin tümü, Fâtih’in has sancaktârı ve شهيدلر سردارى “Şehīdler Serdārı” Ulubatlı Baba Hasan Ağa’nın yaklaşık dört yıl önce tespit ettiğimiz türbesinin kayıp kitâbesinde, bu çağdaş kaynaklardaki verilerin hepsiyle tamâmen örtüşecek şekilde, Hasan’ın kendi dilinden manzum olarak aynen tekrâr edilmiştir. Sfrancis’in yukarıdaki tasvirlerine tam bir paralellikle, tüm fetih şehidlerinin en büyüğü ve en meşhuru oluşuna atfen: فاتحڭ اول كونده مرغوب علمدارى  “Fātiḥ’üñ ol günde merġūb ʿalem-dārı” ve: شهيدلر سردارى “Şehīdler Serdārı” olarak vasıflandırılıp حسن بٰابٰا / Hasan Baba” adıyla anılan Hasan Ağa’nın, ünlü Bizans’lı müverrihin “sağ eliyle kılıcını çekip sûrun tepesine atıldı”ğı ve “kendisine mahsus şiddetiyle tek başına düşmanlarını kaçırmayı başardığı”; ancak üzerine atılan taşlarla vücûdu tamâmen ezilerek, “almış olduğu pek çok yaradan dolayı artık sağ kolu işlemez olup oklarla kaplandı”ğı, nihâyet rûhunu teslim edip burcun üzerinde hareketsiz bir şekilde kaldığına yönelik verdiği bilgiler ve ilk Tārīḫ-ī Āl-i ʿOs̱mān’da yazılanlara eşdeğer şekilde, kitâbesinde bu kez kendi ağzından: يدمده تيغ اتشتاب Yedümde tīġ-ı āteş-tāb” (= “Elimde düşmana ateş saçan kılıç”) ve: غزاى اكبر ايتدم رستمانه خصميله يدْ كسْر Ġazā-yı ekber itdüm Rüstemāne ḫaṣmıla yed-kesr” (= “Kahır pençemle düşmanla Rüstem’ce ulu gazâ ettim!”) ifâdeleriyle yinelenmiş; şehâdetinin de: اولوبن غرق خون آلود Oluban ġarḳ-ı ḫūn-ālūd” (Kanlar içine batıp kalarak) gerçekleştiği yine aynı ifâdeler eşliğinde tekrar edilmiştir.

Bu تاريخ  “Tārīḫ” manzûmesinin son beytinde ise onun son hücumda Şâhî topların kurulduğu, en şiddetli çatışmalara sahne olan هشتسدّن علمدارى “Heşt-seddin (sekiz burcun) ‘alemdârı” olmakla, fethin kutlu askerleri içinde erişilebilecek زه دولت = “en büyük devlet”e kavuştuğu Sfrancis’in tanıklığına eşdeğer bir seviyede dile getirilmiştir[10].

Sfrancis yukarıdaki metnin son kısmında, Hasan ve erlerinin şehâdetinden sonra Osmanlı askerlerinin surların üzerine çıkıp, Eğrikapı yakınındaki “Küçük kapı”dan kaçışan Rumlar’ı dağıttıklarını, ardından önce kale, bilâhare liman tarafından: “Şehrin düştüğü, burçlara bayraklar ve alemlerin dikildiği” yönünde haberler geldiğini belirterek; Kemal Paşa-zâde’nin طوب قاپوسي Ṭop-ḳapusı”ndan sonra “Silivri-ḳapusı” ve ادرنه قاپوسي “Edirne-ḳapusı” ve ليمان “Līmān” şeklinde sıraladığı[11], kitâbede işâret edilen هشتسدّ “heşt-sedd : sekiz burc”un diğer noktalarına Hasan Ağa’yı tâkiben جانباز مصطفى “Cānbāz Muṣṭafā” ve قرشدران سليمان “Ḳarışdırān Süleymān” tarafından da sancaklar dikilen aşamaya işâret edip, bu burçlardan sonra en son liman tarafından da şehre girildiğini haber vermiştir[12].

Sancaktar Hasan Ağa’nın Horhor civârındaki mescidini Saraçhâne yönünden gösteren eski bir fotoğraf. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu (TTOK) Arşivi: Osmanlı Devri İstanbul Câmiileri, İstanbul 2017, c. III, s. 112.

Ulubatlı Hasan Ağa ve Balaban’ın Burca Çıkış Ânındaki Konum ve Statülerinin Tespiti

Ulubatlı Baba Hasan Ağa ve emrindeki sekbanların varlığı, hiyerarşik konumları ve burca çıktıkları sırada tam olarak ne yaptıklarına ilişkin en dikkatli ve nitelikli târihî sentez, XVII. yüzyılda yaşamış ünlü Fransız müellif Georges Guillet de Saint George (ö. 1705) tarafından ortaya konulmuştur. Sonraki mantıksız ve dayanaksız iddiâların tam aksine, yazılışından bir asır sonra Chronicon Maius’un bizzat Sfrancis tarafından kaleme alındığını net bir şekilde dile getiren müellif, onun verdiği orijinal bilgileri Marin Barleti’nin kayıtlarıyla ustaca sentezlemesini bilmiş; Hasan Ağa’ya bağlı sıradan bir yeniçeri olan “Ballabanus / Balaban”ın onu tâkiben burca tırmanan sekbanlar arasında yer alırken; “Primus muros urbis ascendit : Şehrin surlarını aşmayı başaran ilk kişi” olduğu için daha sonra Fâtih tarafından içinde bulunduğu birliğin kumandanlığına yükseltildiğini tarihî gerçekliğe uygun bir çizgide dile getirmiştir[13].

Baba Hasan Ağa’nın II. Murad zamânından beri Sekbanbaşı olup, İstanbul’un fethinde şehid olduğunu ve ondan daha önce Mustafâ Beg, şehâdetinden sonra ise Abdurrahman Ağa ile Balaban Ağa’nın da sekbanbaşı seçildiklerini anlatan Mehmed Süreyyâ’nın Sicill-i ʿOs̱mānī’deki kayıtları. Sicill-i ʿOs̱mānī, II, 118; IV, 770.

XV.-XVI. yy. kaynaklarındaki bilgileri günümüz târihçilerinin pek çoğundan daha doğru bir şekilde anlayıp çözümleyebilmiş olan Guillet, Fatih’in ölümünün iki yüzüncü yılında kaleme aldığı Histoire du Regne de Mahomet II. Empereur des Turcs adlı iki ciltlik monografisinin ilk cildinde, Saint Romain / Romanos (Topkapı) Burcu’na çıkan Ulubatlı Hasan’ın kendisini tâkip eden 18 + 12 = 30 kişilik birliğin kumandanı olduğunu, fa valeur insigne : yüksek statüsü” nedeniyle o sırada onlardan daha seçkin ve önemli bir konumda bulunduğunu; emrindeki askerlerden biri olan “Ballabanus / Balaban”ın ise yaralı kurtulan birkaç kişiyle birlikte şehre girmeyi başararak, Sultan tarafından ordu komutanlığına tâyin olunduğunu haber vermiştir:

“Ce fut là que le Janissaire Chasanes, natif de Lopadia, ville de Natolie, arresta sur soy les yeux & l’admiration du Camp & de la Ville, par sa bravoure extraordinaire, & par le grand succés qui la suivit fur un Terrain tres-propre à se faire diftinguer. Ce Janissaire s’estant mis à la tête de trente de ses Compagnons, prend le Sabre d’une main & le Bouclier de l’autre, vient affronter tout ce que les Assiegés luy oppofent pour défendre leur bréche, monte sur le Terre-plain du Rempart, & en chasse les Chrètiens. Sa taille qui approchoit de celle d’un Geant, fa valeur insigne, & l’avantage du terrain qu’il occupoit le firent long-temps discerner parmy les Combattans. A la fin, couvert de blessures, & épuifé de forces; mais non pas de courage, il tombe fur les genoux, combat en cette posture, & meurt le Sabre à la main, tandis que les trente Janissaires, qui le suivoient aux traces de son sang, se logent sur son terrain & s’y fortifient. Le premier d’entre-eux qui se jetta dans la Ville fut un Renegat Epirote nommé Ballabanus Badera, qui de simple Soldat monta par cet insigne degré à la Dignité de General d’Armée. La Porte de saint Romain s’enfonce à coups de hache, & la terrasse qui la flanque de part & d’autre est gagnée.”

“Anadolu’da bir kasaba olan Lopadia (Ulubat)’ın yerlilerinden Yeniçeri Hasan’ın, olağanüstü cesâreti ve çok verimli bir zeminde ilerleyen, kendisini çok net bir biçimde seçkin kılacak büyük başarısını ordu ve şehir göz kamaştırıcı bir hayranlıkla izledi. Kendi yoldaşlarından otuzunun başında bulunan bu Yeniçeri, bir eline eğri kılıcını, diğer eline kalkanını alarak, sūrun üzerindeki hıristiyanları ansızın kovup uzaklaştırdı. Bir devin büyüklüğüne yakın olan büyük bedeni, yüksek statüsü ve işgal ettiği yerin avantajlı bir nokta olması, onu savaşçılar arasında sonu gelmeyecek bir seçkinliğe yükseltti. Sonunda yaralarla kaplandı ve cesâreti bitmese de artık gücü tükendi; dizlerinin üstüne düştü ama bu hâliyle bile savaşmaya devâm etti. Onu izleyen otuz yeniçeri de kendisinden güç ve cesâret alarak, eğri kılıcını tutan eli kanlarla dolu olduğu hâlde onunla birlikte öldüler. Onlardan öne atılarak ayağını şehre basanların ilki ise Ballabanus Badera adında bir Arnavut devşirme idi; basit bir asker iken bu büyük başarısı nedeniyle Ordu komutanlığına kadar yükseldi. Saint Romain’in kapısı bir baltayla kırıldı ve her iki tarafını da çevreleyen surlar alındı.”[14]

1925’te yıkılıp ortadan kaldırılacak olan Balaban Ağa Mescidi’nin daha önce geçirmiş olduğu yangından sonraki durumu. Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi: D-DAI-IST-R-6072.

Yüksek sentez ve anlayış gücüyle dikkati çeken Guillet, burada Hasan’ın güçlü-kuvvetli vücûdu ve çıktığı burcun stratejik konumunun yanı sıra, hâl-i hazırda o an Osmanlı asker ve ümerâsı arasındaki fa valeur insigne : yüksek statüsü”nün de hâtırâsının ebedîleşmesinde önemli bir rol oynadığına özellikle dikkat çekerek; onun daha önceki siyâsî ve askerî yaşamından ve Çelebi Mehmed zamânından beri seçkin, değerli bir devlet adamı olarak vazîfe yaptığından haberdar olduğunu açıkça göstermiştir. Nitekim Guillet’in bu tespitine sağlam bir dayanak teşkil edecek şekilde; Bursa ve Edirne’deki vakıf köyleri adına, Sultan II. Murad’ın emriyle 828/1425’te Molla Fenârî’nin hazırladığı vakfiyesinde Sancaktar Hasan Ağa: جناب ملك الأمراء العظام ، جامع محاسن الكرام “Cenāb-ı Melikü’l-ümerāʾi’l-ʿiẓām, Cāmiʿu meḥāsini’l-kirām = Büyük devlet adamlarının ulu emîri, şerefli güzel hasletleri zâtında birleştirici” ve المخصوص بين الاكابر بعلو الهمم ، مقرب الملوك والسلاطين ، حسناً من الدولة والدين حسن “el-Maḫṣūṣ beyne’l-ekābir bi-ʿuluvvi’-l-himem, Muḳarrebi’l-mülūk ve’s-selāṭīn, Ḥasenen mine’d-devleti ve’d-dīn = Ulular arasında himmetlerin en yücesinin kendisine tahsis edileni, Melik ve Sultânların yakını, devletin ve dînin Hasen’i (Güzel’i).. gibi üstün ve kayda değer vasıflarla tavsif edilmiştir[15]. Mehmed Süreyyâ’nın onun hakkında yine çağdaş kaynaklardan derleyerek aktardığı: “Sulṭān Murād Ḫān-ı ānī Ḥażretleri’niñ ʿaṣrında Sekbān-başı olup, 857 (1453)’de İstanbūl fetḥinde şehīd oldu.”[16] kaydına bakılırsa; “ حسن آغا / Ḥasan Aġa” kuşatmaya aslında “Sancaktar” değil, “Sekbān-başı” olarak katılmış ve son hücumda kalenin en stratejik noktasına deneyimli, emektar bir Alemdâr olduğu için tırmanarak, Saint Romain / Romanos (Topkapı) burcunun tepesine Fâtih’in hükümdarlık sancağını dikmeye çalışmıştı.

Sekbanbaşı Ulubatlı Hasan Ağa ile surlara tırmanıp toplu hâlde şehid olan On Sekiz Sekbanlar’ın, Şehzâdebaşı’nda defnedildikleri ilk Şehidler Hazîresi’nin 1943 yılında çekilmiş bir fotoğrafı. Alfons Maria Schneider, Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi: D-DAI-IST-KB 01.658.

Ulubatlı Baba Hasan’ı (Chasanes) trente Janissaires : otuz yeniçeri”nin öncüsü olarak gösteren ve “Ballabanus / Balaban”ın onlar arasında yer alan sıradan bir yeniçeri iken ordu komutanlığına yükseltildiğine işaret eden yukarıdaki satırlar; bizim bu konuda kitâbe, belge ve çağdaş kaynaklardan ulaştığımız daha önceki tespitlerimizle tamâmen aynı zemine yerleşmekte; “Ballabanus (Balaban) Badera”yı Ulubatlı Hasan’a alternatif göstermeye odaklı şimdiki yanlış algının, aslında üç asrı aşkın bir süre önce son derece makûl bilimsel bir sentezle çözümlenip bertaraf edildiğini ilginç bir şekilde gözler önüne sermektedir.

On Sekiz Sekban şehidler hazîresinin Hâcet penceresi üzerine, 1837 depreminden sonra, Sultan II. Mahmud’un emriyle yerleştirilmiş olan kitâbe. Fâtih – İstanbul.

Hasan Ağa’nın Kethudâsı Hamza, Emrindeki “On Sekiz Sekban” ve Şehre Girmeyi Başaran Diğer Sekbanlar

Varlığına ilişkin çağdaş tarihî, topografik ve toponimik kanıtları ilk kez birkaç yıl önce ortaya çıkarıp neşrettiğimiz Alemdâr Ulubatlı Baba Hasan Ağa gibi, Topkapı (Ῥωμανοῦ / Romanos) burcuna çıktığı sırada onun emrinde olan “On sekiz” ve “On iki” kişilik Sekban birliklerine mensup askerlerinin de isimleri ve kimlikleri bugüne dek karanlıkta kalmıştır. Fethin en zorlu ve en önemli aşamasına damgasını vuran bu büyük fetih şehidi gibi, onunla birlikte burca tırmanıp şehîd olan ya da şehre girmeyi başaran şanlı neferlerinin de meçhûl isimleriyle bilinmeyen târihî kimlikleri, çağdaş kroniklerden biyografik kaynaklara aktarılan nâdir bilgiler ve onları dikkatle çözümleyip sentezleyen erken monografi yazarlarının tespitleri ışığında güvenilir bir biçimde ortaya konulabilir.

Ulubatlı Hasan Ağa ve sekbanlarının Topkapı (Hagios Romanos) bölgesinde açılan gedikten sancak dikmek ve şehre girmek üzere burca çıkışları. Jose Daniel Cabrera Peña, Constantinople 1453.

Bu özgün kaynakların tenkidine göre; Sekbanbaşı Hasan Ağa ile birlikte burcun üzerine çıkıp şehâdete erdiklerini, ya da surları aşmayı başararak Fâtih tarafından bir üst rütbeye terfî ettirildiklerini tespit edilebildiğimiz sekbanların isimleri ve târihî kimlikleri şöyle sıralanabilir:

  • On Sekiz Sekbanlar ve Kethudâları Hamza bin Hızır:

Sfrancis’in kroniğinde bir görgü şâhidi olarak Alemdâr Baba Hasan Ağa’yı tâkiben burca çıktıklarını haber verdiği, “İlk fetih şehidleri” olarak târihte geçen δέκα κ αί όκτώ / On sekiz” Osmanlı askeri, bugün Şehzâdebaşı’nda Hasan Ağa’nın kabrine çok yakın bir yerde hazîreleri bulunan On Sekiz Sekbanlar ve onların kethudâları olan Ḥamza bin Ḥıżır’dan başkaları değildir. Bu “ilk şehidler”in birer “Sekbān” olduklarının öteden beri bilinmesi, liderleri Hasan Ağa’nın da o sırada “Sekbān-bāşı” olduğu bilgisinin doğruluğunu ve güvenilirliğini te’yid etmektedir.

Sekbanlar kethudâsı Hamza bin Hızır’ın Sicill-i ʿOs̱mānī’de yer alan kısa biyografisi (c. II, s. 251) ve Şehzâdebaşı’ndaki hazîrede sekbanların sol tarafına konumlanan ḳabrinin şâhidesi.

Mehmed Süreyyâ Sicill-i ʿOs̱mānī’sinin II. Cildinde, Ulubatlı Baba Hasan Ağa’nın kethudâsı ve On sekiz Sekbanlar’ın adı bilinen yegâne temsilcisi olan حمزه بن حضر “Ḥamza bin Ḥıżır” hakkında açtığı maddede ondan ve On sekiz şehid arkadaşından şöyle söz etmiştir:

“Ḥamza bin Ḥıżır:

Sekbānlardan olup anlara ketḫudā olmışıdı. 857’de Der-Saʿādet (İstanbul) fetḥinde on sekiz arḳadaşıyle Şehzāde-başı ardında bir noḳṭada şehīd oldılar, orada defn olundılar. ‘On sekiz Sekbānlar’ diyü meşhūrdur.”[17]

Kethudâları حمزه بن حضر “Ḥıżır oğlu Ḥamza” dışında isimleri ve kimlikleri hakkında hiçbir şey bilinmeyen[18], mezarlarının başucuna sadece isimsiz kûfekî birer şâhide dikilen Sekbanlar hakkında mevcut kaynaklardan hiçbir bilgi tespit edilememekle birlikte; hazîrede onlarla bir arada olan, ancak daha farklı bir konumda yatan Hızır Kethudâ’nın burca çıktıkları sırada bu “On sekiz sekbân”la aynı noktada değil, kalan diğer “On iki” sekbânla birlikte savaştığı ve bilâhare Hasan’ın şehâdetini tâkiben ölenler arasında yer aldığı kesin olarak söylenilebilir.

Balaban’ın yaşamı ve İskender Kastriota ile savaşları hakkında bilgi veren en önemli kaynak olan Marin Barleti’nin Historia de Vita et gestis Scanderbegi Epirotarum Principis adlı eserinin kapak sayfası (Strasburg, 1537).

Baba Hasan Ağa ile Topkapı burcuna çıkan bu On sekiz kişi, Sultan II. Mahmud döneminde 1837 yılında hazîrelerine dikilen iki kitâbeden Hâcet penceresi üzerine dikilen ilkinde: بو محلده نوش شهبادۀ شهادت ايدن اون سكز سكبانلر = Bu maḥallde nūş-ı şeh-bâdeʾ-i şehādet iden On Sekiz Sekbānlar”, diğerinde ise yine buna paralel olarak: بويورب بو محلده شهيدًا وفات ايدن اون سكز نفر سكبان = Bu maḥallde şehīden vefāt iden On Sekiz nefer Sekbān” şeklinde vasfedilmiş olup, kim oldukları ve ne yaptıkları o zaman tarihî bir çerçeveye oturtulamadığı için, şehrin içinde yaşanan çatışmalarda ölmüş olarak gösterilmişler; ancak bu isâbetsiz nitelemenin onların “ilk fetih şehidleri” oldukları bilgisiyle tezat teşkil edeceği gerçeği ilginç bir şekilde göz ardı edilmiştir. Mehmed Süreyyâ da -başta Sfrancis olmak üzere- fetih dönemi kaynaklarında yer alan yukarıdaki ayrıntılı verileri dikkate almadığı için, bu fetih şehidlerinin “şehid oldukları yerlere defnedilmiş olmaları gerektiği” mantığıyla, hespinin yattıkları noktada savaştıkları ve şehid oldukları yönündeki varsayımı yinelemiştir. Onun bu isâbetsiz algıya kapılmasında kitâbedeki bu yanlış çıkarımın etkili olduğu şüphesizdir.

Ulubatlı Baba Hasan’ı tâkiben surlara çıkarak atılan taş ve oklarla şehîd olan On Sekiz Sekbanlar’la, kethudâları Hamza bin Hızır’ın bir arada defnedildikleri Şehidler hazîresi. Fâtih – İstanbul.
  • Sekban Abdu’r-Rahmân (Sekbân-başı Abdu’r-Rahmân Ağa):

Osmanlılar’da Sekban bölüklerinin kuruluşu ve “Sekbān-başı”lığın ihdâsı hakkında eski çağdaş bir kaynaktan önemli bilgiler aktaran Mehmed Süreyyâ, Sicill-i ʿOs̱mānī’sinin IV. cildinde ordu içinde “Sekbān-başı”lık yapan ilk şahısların isimlerini sıralarken: ‘Muṣṭafā Beg’ ve İstanbūl fetḥinde ‘Ḥasan Aġa’ ve ṣoñra ‘ʿAbdu’r-Raḥmān Aġa’ sekbān-başı olaraḳ, üç ṣoñrakiler şehīd olmışlardur.” der[19]. Buradaki Muṣṭafā Beg”, πόρτα της Πηγή / Porta tis Pighi (Silivrikapı)’ya kızıl renkli ikinci sancağı dikmiş olan yaya-başı “Cānbāz Muṣṭafā Beg” olup, “Sekbān-başı”lığı burada açıkça belirtildiği üzere İstanbul’un fethinden daha önce, henüz Sultan II. Murad zamânında; şehâdeti ise uzun yıllar sonra, 1511 Ağustos’unda Edirne’de gerçekleşen Uğraşdere Savaşı sırasındadır[20]. İstanbul’un fethinde şehîd olan Hasan Ağa’nın şehâdetini tâkiben onun yerine “Sekbān-başı” yapıldığı belirtilen عبد الرحمٰن آغا “ʿAbdu’r-Raḥmān Aġa’”nın sıcağı sıcağına bu göreve getirilmesi, Fâtih’in son hücumdan önceki “rütbede terfî‘” vaadi gereği, onun bu göreve sıradan bir sekban iken getirildiğini ve bunun “muḳaddem gedüge çıḳma” başarısına karşı bir ödül olarak[21], bir üst makâma yükseltilme şeklinde gerçekleştiğini tespit etmemize imkân sağlar.

Hasan Ağa’dan sonra sekbanbaşı seçilen, ancak umûmî giriş sırasında şehîd edilen Abdurrahman Ağa’nın Ayakapı’daki türbe ve mescidi. Fâtih – İstanbul.

İlk plânda şehid olan On sekiz Sekban ve liderleri Baba Hasan’ın şehâdetinden sonra, çoğu şehâdete eren On iki Sekban arasında yer aldığı anlaşılan Sekbân Abdu’r-Rahmân’ın, sekbanlardan Balaban’la aynı anda şehre girdiği ve ondan daha yaşlı ve emektar bir asker olduğu için, büyük gedikten yapılan umûmî giriş öncesi Hasan Ağa’nın yerine “Sekbān-başı” seçildiği, ancak Edirnekapı tarafında yaşanan çatışmalar sırasında şehid edilip Ayakapısı’ndaki türbesine defn edildiği tarihî gerçekliğe çok yakın bir ihtimâl olarak öne sürülebilir. Nitekim Mehmed Süreyyâ Sicill-i ʿOs̱mānī’nin III. cildinde “ʿAbdu’r-Raḥmān Aġa”ya tahsis ettiği maddede: “ʿAbdu’r-Raḥmān Aġa sekbān-başı olup, İstanbūl’uñ fetḥi enāsında şehīd oldu. Aya-ḳapusı’nda medfūndur.” diyerek, tıpkı selefi Ulubatlı Hasan Ağa gibi, onun da İstanbul’un fethi sırasında şehâdete erdiğine işâret etmiş ve bizim bu tahminimizi haklı çıkaracak yönde bir perspektif çizmiştir[22].

Ulubatlı Hasan’dan sonra Silivrikapı’ya ikinci sancağı diken Cânbâz Mustafâ Beg’in Kocamustafapaşa’da yaptırdığı mescidin 1943’te ünlü Alman arkeolog Schneider tarafından çekilmiş olan fotoğrafı. Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi, D-DAI-IST-KB 01.497.
  • Sekban Balaban (Balaban Ağa/Balaban Badera):

Sekbanbaşı Hasan Ağa’nın emrindeki “On iki Sekbân” arasında yer alan Balaban (ö. 1467), birlikte sağ olarak şehre girdikleri arkadaşı Abdu’r-Rahmân Ağa’nın ânî ölümü üzerine, Marin Barleti’nin kroniğindeki bilgilere ve onu tâkiben Guillet’in belirttiğine göre “Primus muros urbis ascendit : Şehrin surlarını aşmayı başaran ilk kişi” olma pâyesini tek başına üstlenerek[23], bu nedenle onun yerine “Sekbān-başı” tâyin edilmiştir[24]. Fetihten sonra Baba Hasan Ağa ve Abdu’r-Rahmân Ağa’nın türbeleri yakınına birer mescid yapılmadan önce, Lâleli tarafında On Sekiz Sekbanlar’a çok yakın bir noktada, yol üzerinde bulunan küçük bir kilise Balaban Ağa’ya verilerek mescide çevrilmiş ve yanıbaşına da ileride defni için bir kabir yeri eklenmişti[25]. 1464’te Ohri sancakbeyi seçilen Balaban, üç yıl sonra İskender Kastriota ile giriştiği bir çatışma sırasında vurularak şehid edilmiş ve Arnavut halk anlatılarına bakılırsa, İstanbul’daki mescidinde yer alan kabir alanına değil, Hekali yönünde vefât edip Pertele yakınlarında bir yere defnedilmiştir[26].

Alfons Maria Schneider’in objektifinden ‘Alemdâr Baba Hasan’ın Horhor’daki mescidi ve bitişiğindeki müezzin dâiresi (1943). Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi: D-DAI-IST-KB 01.592.

Bu târihî senteze göre; Ulubatlı Baba Hasan Ağa’yı tâkiben burca çıkarak hemen şehîd olan “On Sekiz Sekbân”dan hiçbirinin isimleri ve tarihî kimlikleri tespit edilememekle birlikte; kethudâları Hamza bin Hızır’ın o an “On iki kişi”lik diğer bölüğün içinde yer aldığı ve “ حسن آغا / Ḥasan Aġa”nın şehâdetinden sonra sekbanlardan birkaçı ile birlikte şehidlik mertebesine ulaştığı, diğer birkaç sekbanın ise ağır yaralı bir hâlde ordugâha taşındıkları kolaylıkla saptanabilir. Hasan Ağa’nın sekbanlarından sağ kalabilen “ عبد الرحمٰن / ʿAbdu’r-Raḥmān” ve “ بلبان / Balabān” adlı iki sekban ise şehre girmeyi başarmalarına ve bunlardan ilki “Sekbān-başı”lığa atanmasına rağmen, daha sonra topyekün hücum sırasında şehîd olup: “Primus muros urbis ascendit : Şehrin surlarını aşmayı başaran ilk kişi” olma pâyesi “Sekbān-başı”lık vazîfesiyle birlikte kalıcı olarak yalnız Balaban’a tevdî edilmiştir.

Ulubatlı Hasan Ağa’nın Tarihî Yarımadada Bulunan Türbesi ve Yıkılan Küçük Mescidi

Varlığı ve fetihteki başarısı bir dönem tartışma konusu hâline getirilen Ulubatlı Hasan Ağa’nın, tarihî yarımadanın tam merkezinde, Horhor’a çok yakın bir mesâfede Kırma Tulumba Sokak’la Girdap Sokak’ın bitiştiği köşede yer alan meçhul kabir yeri ve mescid alanı, 2018 yılı Kasım ayı içerisinde tarafımızdan yapılan geniş çaplı bir araştırma sonucu gün yüzüne çıkarılmıştır. Keşfinden birkaç ay sonra, 2019 yılı başlarında sunduğumuz “Fetihte Surlara Sancak Dikme Meselesine Farklı Analitik Bir Yaklaşım: Ulubatlı Hasan Rivâyeti Efsâne midir, Gerçek midir?” başlıklı bildiri metninde hakkında ayrıntılı bilgiler verdiğimiz yarı ahşap/yarı kârgir tarzda inşâ edilen kısa minâreli mescidi, 1956’da Atatürk Bulvarı açıldığı sırada yapılan yıkımda yol alanına çok uzak olmasına rağmen gereksiz yere ortadan kaldırılmış; kabir yeri ise yıkılmak üzereyken bölgedeki hatrı sayılır bâzı isimlerin ve mahalle halkının girişimleri sonucu son anda yerinde bıraktırılarak, duvardan ve herhangi bir yapıdan hâlî bir şekilde de olsa günümüze kadar ulaşmıştır.

Fâtih’in şehid sancaktârı Ulubatlı Baba Hasan’ın kabrinin seksen yıl önceki durumunu gösteren 1943 yılına âit bir fotoğraf. Alfons Maria Schneider, Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi: D-DAI-IST-KB 27.085.

Sancaktar Baba Hasan Ağa’nın şimdi basit ve sıradan bir kabir görünümündeki mezar alanının, XX. yy.’ın başlarına kadar aslında dört tarafı duvarlarla çevrili bir türbe olduğu mevcut literatürel kayıtlardan, haritalardan ve kayıp kabir kitâbesinin varlığından anlaşılmaktadır. Ayvansarâyî Hüseyin Efendi XVIII. yüzyılda yazdığı Ḥadīḳatü’l-Cevāmiʿde, ‘Alemdâr Baba Hasan’ın mescid binâsının biraz uzağında yer alan mezarının o zamanlar bir evin bahçesi içinde kaldığını, ziyâretin sokak tarafına bakan duvar penceresinden yapıldığını, fakat daha sonra bu pencerenin de kapatılıp iç tarafta kaldığını belirttiği gibi[27]; eski mezardan geriye alelâde bir şâhide değil, Hâcet penceresi üzerine konulacak türden bir kitâbesinin intikâl etmesi, Hasan Ağa’nın kabrinin o zamâna dek yüksek duvarlarla çevrili, üstü açık bir türbe şeklinde olduğuna, penceresi kapatılınca duvarlarının yüksekliği nedeniyle gözden kaybolduğuna, 1221/1806’da kabir tâmir edilirken bu üslûbun aynen korunduğuna ve manzum bir kitâbe yaptırılıp hâcet penceresi üzerine konulduğuna ilişkin önemli ayrıntılara ışık tutar. Ayrıca bu manzum kitâbenin yedinci mısrâ‘ında Sıdkî’nin, Alemdâr Baba Hasan’a lisân-ı hâlle: چراغم شعله دار ايدن اگا دراغ جنت اولسون = Çerāġum şuʿledār iden aña durāġ cennet olsun!” dedirtmesi; ziyâret âdâbında “Çerāġ” (kandil) ve mum yakma geleneğinin sadece ertâfı yüksek duvarlarla çevrili, üstü kapalı türbeleri aydınlatmak amacı taşıdığı dikkate alındığında, mezar yerinin 1940’ta çevresine sıvalı alçak duvarlar yapılıncaya dek yüksek duvarlı bir türbe şeklinde olduğunu net bir şekilde anlamamızı sağlar. Nitekim Jacques Pervititch’in 1934’te çizdiği haritada burasını etrâfı duvarlarla çevrili bir “türbe” olarak göstermesi bizim bu tespitimizin doğruluğunu kesin olarak kanıtlar.

Jacques Pervititch’in 1934’te çizdiği haritada Baba Hasan Sokağı’nı, Baba Hasan Camisi’ni ve ‘Alemdâr Baba Hasan Ağa’nın kabrini yüksek duvarlı bir türbe olarak kaydettiği kesit.

İstanbul’un fethinin simge isimlerinden biri olmasına ve varlığı sayısız arşiv belgesi, literatürel bilgiler, toponimik-topografik kanıtlar ve epigrafik bulgular ışığında kesin olarak kanıtlanmasına rağmen; keşfinin üzerinden dört yıl gibi uzun bir zaman geçtiği hâlde, Fethin şehid Sancaktârı Ulubatlı Hasan Ağa’nın ne yıkılan mescidi, ne de kabir yerinin ihyâsına yönelik şimdiye kadar herhangi bir adım atılmayıp, en küçük bir girişimde dahi bulunulmamıştır. Hakkındaki tarihî ve topografik bulgular aksi iddiâ edilemeyecek kadar açık ve netken, târih câmiasının pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da duyarsız kalıp kılını bile kıpırdatmaması, Ulubatlı Hasan’ın varlığını ve târihî hâtırasını -en hafif tâbirle- umursamamaktan başka bir anlam taşımadığı gibi; ilgili resmî makamların bu konuda yapabileceği olası bir girişimin de peşinen önünü tıkamakta, her hâl ü kârda şanlı fethin en büyük kahramânının varlığının ısrarla hâlâ gölgede kalmasının istendiği yönünde bir sonuç çıkmaktadır.

Şahsî çekişme ve kaygıları bir kenara bırakıp, Ulubatlı Hasan’ın Türk ve dünyâ târihindeki yeri ve önemi dikkate alınarak, sâdece “bilim” adına bu konuda atılması gereken adamların en hızlı şekilde atılması, İstanbul’un fethi uğrunda canını fedâ eden Şehidler Serdârı’nın adını ve hâtırasını yaşatıp gelecek nesillere aktarmak için, yıkılan mescid ve türbesinin aslına uygun bir tarzda yeniden yaptırılması; hem ahde vefânın samîmi bir göstergesi, hem de milletçe kendisine duyulan şükran ve minnetin gözle görülür bir ifâdesi olacaktır.

 

 

UIubatlı Baba Hasan’ın burca çıkma, düşmanla çatışma ve şehâdet anlarını kendi dilinden canlı bir üslûpla aktaran kayıp manzum türbe kitâbesi. A. M. Schneider, Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivi: D-DAI-IST-KB 01.591.

ULUBATLI BABA HASAN AĞA’NIN MANZUM TÜRBE KİTÂBESİNE YANSIYAN BURCA ÇIKIŞ ve ŞEHÂDET ANLARI

يدمده تيغ اتشتاب دلمده نظم ستارى

بن اولدم فاتحڭ اول كونده مرغوب علمدارى

 

غزاى اكبر ايتدم رستمانه خصميله يدْ كسْر

اولوبن غرق خون آلود ايشته شهيدلر سردارى

 

ياتوردم كمسه بلمز حال احوالمى هركز خان

مگر معناده ارشاد ايلمش لر بويله دشوارى

 

چراغم شعله دار ايدن اگا دراغ جنت اولسون

خدا هر بر امورنده اوله انڭ مددْكارى

 

دگل صدقى بونڭ تعميرنه منقوطنى تاريخ

زه دولت حسن بابا كه هشتسدّن علمدارى

 

٨٥٧

“Yedümde tīġ-ı āteş-tāb dilümde naẓm-ı Settārī

Ben oldum Fātiḥ’üñ ol günde merġūb ʿalem-dārı

Ġazā-yı ekber itdüm Rüstemāne ḫaṣmıla yed-kesr

Oluban ġarḳ-ı ḫūn-ālūd işte Şehīdler Serdārı

Yaturdum kimse bilmez ḥāl [ü] aḥvālümi hergiz Ḫān

Meger maʿnāda irşād eylemişler böyle düş-vārı

Çerāġum şuʿle-dār iden, aña durāġ cennet olsun

Ḫudā her bir umūrında ola anuñ meded-kārı

De-gil Ṣıdḳī bunuñ taʿmīrine menḳūṭını tārīḫ:

‘Zehi devlet Ḥasan Baba ki heşt-seddin ʿalem-dārı’

857.”

Günümüz Türkçe’siyle;

“Elimde ateş saçan kılıç, dilimde Settâr’ın nazmı

Ben oldum Fâtih’in o gün göz kamaştıran sancaktârı

Kahır pençemle düşmanla Rüstem’ce ulu gazâ ettim

Kanlar içinde kalarak oldum Şehîdlerin Serdâr’ı

Hâl ve ahvâlimi kimse, Hân bile bilmeden yatardım

Meğer mânâ âleminden yöneltmişler bu güç ihtârı

Kandilimi yakıp uyaranın durağı cennet olsun;

Hüdâ olsun tüm işlerinde onun yardım eden Yâr’ı

De Sıdkî bu kabrin tâmirine noktalı harfle târîh:

Ne devlet ki Hasan Baba’dır sekiz burcun sancaktârı

1453.”

(Vakıflar Umûm Müdürlüğü, Hasan Baba Mescidi ve Türbesi, D. nr.: 532, Fotoğraf nr.: 3998’den okunarak transkribe edilmiş ve günümüz Türkçe’sine çevrilmiştir.)

 

 

 

Ulubatlı Hasan Ağa (Alemdâr Baba Hasan / Baba Hasan-ı ‘Alemî) Kimdir?

(Ulubat köyü, Bursa, 1390 civarı? – İstanbul, 29 Mayıs 1453), İstanbul’un fethi sırasında Doğu Roma’nın (Bizans) en büyük kara burcu olan Topkapı (Aya Romanos) burcuna ilk sancağı diken Osmanlı askeridir. Yapılan son araştırmalar onun uzun süre Sancaktar ve ömrünün son yıllarında Sekbanbaşı olduğunu ortaya çıkarmıştır. 828 (M. 1425) tarihli vakfiyesine göre babasının adı Abdullah’tır.

Son yıllarda sürekli bir “Fetih efsanesi” imiş gibi yansıtılan Hasan’ın, tespit edilen yeni bulgulara göre Sultan I. Mehmed (Çelebi) zamanından ta ki şehâdetine kadar büyük ve seçkin bir devlet adamı olarak Edirne Sarayı’nda görev yaptığı anlaşılmıştır. Çelebi Mehmed’in kısa bir süre sancaktarı olan Alemdar Hasan Ağa, II. Murad tarafından da büyük bir saygı ve itibar görmüş; 828 (M. 1425)’te kendisine Bursa’da, Kite’ye bağlı olan eski Ulubat-Karacabey yolu üzerindeki Kızılcıklı (bugünkü adıyla: Hasanağa) köyü evlâtlık vakıf olarak tahsis edilmiştir. Devrin Bursa kadısı Molla Fenârî’nin imzasını taşıyan bu vakfiyede Kite’deki köyle birlikte, şimdi yine “Hasanağa” adını taşıyan Edirne Çöke yakınlarındaki Sığırlıca Mûsâ köyü de onun vakfı kapsamına dahil edilmiştir. Ulubatlı Hasan Ağa, Bursa’daki vakıf köyünde mescit, mektep, hamam, zaviye gibi hayır eserleri yaptırmış ve ayrıca vakıf kayıtlarına göre Edirne’de, görevi nedeniyle Alemdâr Mahallesi adıyla tanınan mahallesinde de kendi adına bir mescit ve bir türbe inşa ettirmiştir.

Hasan’ın şehadet anlarına ilişkin en önemli bilgiler, İstanbul’un fethi sırasında imparatorun yanında bulunan Bizanslı tarihçi Yorgios Sfrancis’in (ö. 1478) “Notlarını temize çekip kendi eliyle yazdığını” açıkça belirttiği geniş kroniği Chronicon Maius’taki betimlemeleridir. Aslen Lopadion (Ulubat)’lı olan Hasan’ın eline kılıç ve kalkanını alıp Romanos, yani Topkapı burcuna atıldığını aktaran yazar, beraberince otuz kişinin daha onu tâkip ederek, bunlardan on sekizinin surlardan atılan taşlarla düşürülüp şehit edildiklerini; ancak iri vücutlu bir yeniçeri olan Hasan’ın uzun süre direndiğini, hatta burcun üzerindeki Bizans savunma gücünü tek başına çökerttiğini ifade eder. Ancak onun bu direnişi de çok uzun sürmemiş, üzerine isabet eden taşlar ve oklar bir süre sonra sağ tarafını işlemez hale getirmiş ve ardından burcun üzerine diktiği Beyaz sancağın yanıbaşında can vermiştir. İstanbul’un sekiz kara burcu arasına ilk Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan Ağa’nın bu büyük başarısını, Anadolu ordusu Yayalar komutanı Canbaz Mustafa Bey’in dokuzuncu kara burcu olan Silivrikapı’ya diktiği ikinci ve Rumeli beylerinden Karıştıran Süleyman Bey’in Edirnekapı’ya diktiği üçüncü sancaklar takip etmiştir.

Ulubatlı Hasan’ın Sfrancis tarafından kaydedilen burca sancak dikme anları, bir süre önce Fatih’in Horhor semtinde, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi karşısında keşfedilen Fatih’in Şehit Sancaktarı Baba Hasan Ağa’nın kabrinin kayıp kitabesinde de aynı ifadelerle ortaya çıkmıştır. 1806 (H. 1221) İstanbul depreminden sonra yenilenen, ancak şimdi kaybolan kitabedeki şiirin son beytinde tarih düşürülürken, Baba Hasan’ın “Sekiz burcun sancaktârı” olduğuna ve o gün “Fâtih’in gıpta edilen Alemdârı” olma lütfuna kavuştuğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Kitâbede ayrıca Hasan Ağa’nın diktiği sancağın Fatih’in kendi sancağı olduğu ve onun “Şehîdler Serdârı” unvanıyla bütün Fetih şehitlerinden daha üstün bir konumda bulunduğu özellikle ön plâna çıkarılmıştır.

Osmanlı kroniklerinde ve İstanbul’un fethinde hazır bulunmuş Grek ve Latin târihçilerin eserlerinde, Ulubatlı Hasan Ağa ile neferlerinin burca tırmanma, çatışma ve şehit olma anları isim belirtilmeden de olsa aynı betimlemelerle anlatılmaktadır.

Sancaktar Hasan Ağa 1428’de Molla Fenârî tarafından Bursa ve Edirne’deki köyleri için düzenlenen vakfiyesinde: “Nâsıbu livâ’i’l-İslâm: İslâm sancağının dikicisi” unvânıyla anılmıştır. Emektar bir Osmanlı sancaktarı olduğu gibi, aynı zamanda Mehmed Süreyyâ’nın Sicill-i ʿOs̱mānī’sinde belirttiğine göre II. Murad’ın son zamanlarından beri de “Sekbanbaşı” olan, hatta İstanbul’un fethine bizzat bu rütbeyle katılan Hasan’ın, şimdi kabrinin bitişiğinde medfun bulunan “Hüseyin” adında bir erkek ve ayrıca “Hasnâ Hâtûn” adına bir kız kardeşi bulunuyordu. Kabrinin biraz ötesinde, şimdi İlâhiyat Fakültesi’nin biraz ilerisinde, Oruçgazi Ortaokulu’nun yan hizasına denk gelen park alanında yer alan yarı ahşap-yarı kârgir mescidi 1956 İstanbul şehir plânlamasında yola uzak kalmasına rağmen yıktırılıp tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Şehâdetinden sonra üç oğlundan “İbrâhîm Ağa” babasının eski mesleği olan Saray alemdârlığına atanmış; “Pîrî Çelebi” adlı oğlu kâtiplik görevinde kalmış, Edirne’deki eski köy ve emlâki ise diğer oğlu “Kapucular kethudâsı Halîl Beg”e bırakılmıştır. Hasan Ağa’nın sekban ortaları içindeki bölüğü olan ve onunla birlikte burcun üstüne çıkıp toplu halde şehid olan On Sekiz Sekbanlar’ın şehidler hazîresi, kethudâsı Hamza bin Hızır’ın kabri ile birlikte şimdi Horhor’daki mezarının hemen yukarısında, İstanbul Büyükşehir Belediye binasının sol tarafında yer almakta; Sfrancis’in eserinde anlattığı şehadet anlarının hâtırasını yansıtan topografik bir başka önemli kanıt olarak varlığını korumaktadır.

 

Ulubatlı Baba Hasan’ın Kabir Yerinin Tespitine Dâir Yazdığımız Târîh Manzûmesi

تاريخ كشف قبر اولوبادلى بابا حسن

ـ عليه الرحمة والغفران ـ

 

الوبادلى حسن كه اول فخر الشهداى دوران

علمدار فاتح اولمش ستانبول فتح اولديغى آن

 

اتلمش سورلره اول شير مرد يالڭ قليچ ايله

سنگ وتيره رام الوب خصمله غزا قيلمش پك يامان

 

اون سكز سگبانلر دخى گرمش اول ميدان رزمه

اهجارله هپ شهيد اولمش اجلدن بولميوب امان

 

زيرا وقت مراد خان ثانيده اول مرد غزا

گاه مير علم ايمش گاهى اولمش سر سگبان

 

أبو الفتح غازينڭ سكز برجه علَمڭ ابتدا

اول ديكوب قيلمش لشكر اسلامڭ گوڭلڭ شادمان

 

لكن كفار بد ايمان قيلوباً آنى خون آلود

تكبير گتوروب جانڭ آنده تسليم ايلمش همان

 

قالوب زير زمينده اول شهيد اكبرڭ نعشى

پشتۀ سنگ ولاشه نڭ دروننده اولمش نهان

 

ايريشوب حقّدن إلهام الهى اهل وقوفه

اشبو مبارك مرقده دفنينى أمر ايلمش خان

 

بروسه وادرنه ده أوقافى فراوان ايكن

مسجد ياپوب چراغن شعله دار قيلمش أهل ايمان

 

زمان ايريشوب زمانه هدم ايتمش قبر ومسجدڭ

اول شهيدلر سردارينڭ نامينى ايلمش پنهان

 

تصوير ايده نه گويا كه بر ميدره پوليد پليد

ديوب اعتبار قيلمامش حاليا شول مورخان

 

جسم ووصفى ستر شبه ايله مستور اولمش ايكن

بر ضعيفه قويوب برهان خدا ينه قيلمش عيان

 

خاقانا شهيد فتحڭ ده كشف قبرينه تاريخ ׃

كشف اولوب مرقد حسن وصفڭ بولماق اولدى آسان

 

١٤۳۹

 

 

TĀRĪḪ-İ KEŞF-İ ḲABR-İ ULŪBĀDLI BABA ḤASAN

-ʿAleyhi’r-raḥmeti ve’l-ġufrān-

Ulūbādlı Ḥasan ki ol Faḫrü’ş-şühedā-yı devrān

ʿAlemdār-ı Fātiḥ olmış Sitanbūl fetḥ oldıġı ān

Atılmış sūrlara ol Şīr-i merd yalıñ ḳılıç ile

Seng ü tīre rām olup ḫaṣmla ġazā ḳılmış pek yamān

On Sekiz Sekbānlar daḫı girmiş ol meydān-ı rezme

Ahcārla hep şehīd olmış ecelden bulmayup emān

Zīrā vaḳt-ı Murād Ḫān-ı s̱ānīde ol Merd-i ġazā

Gāh Mīr-i ʿAlem imiş gāhī olmış Ser-i Sekbān

Ebū’l-Fetḥ Ġāzī’nüñ sekiz burca ʿalemüñ ibtidā

Ol diküp ḳılmış leşker-i İslām’uñ göñlüñ şādumān

Lākin küffār-ı bed-īmān ḳıluban anı ḫūn-ālūd

Tekbīr getürüp cānuñ anda teslīm eylemiş hemān

Ḳalup zīr-i zemīnde ol Şehīd-i ekberüñ naʿşı

Püşteʾ-i seng ü lāşenüñ derūnında olmış nihān

İrişüp Ḥaḳḳ’dan İlhām-ı İlāhī ehl-i vuḳūfa

İşbu mübārek merḳade defnini emr eylemiş Ḫān

Burūsa vü Edrene’de evḳāfı firāvān iken

Mescid yapup çerāġın şuʿledār ḳılmış ehl-i īmān

Zamān irişüp zamāne hedm itmiş ḳabr ü mescidüñ

Ol Şehīdler Serdārı’nuñ nāmını eylemiş pinhān

Taṣvīr idene gūyā ki bir midrepōlīd-i pelīd

Deyüp iʿtibār ḳılmamış ḥāliyā şol müverriḫān

Cism ü vaṣfı setr-i şübhe ile mestūr olmış iken

Bir żaʿīfe ḳoyup bürhān Ḫudā yine ḳılmış ʿıyān

Ḫāḳānā, Şehīd-i fetḥüñ de keşf-i ḳabrine tārīḫ:

“Keşf olup merḳad-i Ḥasan vaṣfuñ bulmaḳ oldı āsān.”

1439 / 2018

 

  •  Hakan Yılmaz
    Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Târihi Uzmanı

 

DİPNOTLAR

(Hakan Yılmaz: “Fetihte Surlara Sancak Dikme Meselesine Farklı Analitik Bir Yaklaşım: ‘Ulubatlı Hasan’ Rivâyeti Efsâne Midir, Gerçek Midir?”, Uluslararası Fatih Sultan Mehmed Dönemi Osmanlı Dünyası Sempozyumu: İdeoloji – Diplomasi – Savaş – Fetih (12-13 Nisan/April 2019) Bildiriler Kitabı, FSM Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2021, s. 323.)

* Bu makale daha önce Şehrengiz Tarih ve Kültür Dergisi, XIII/136 (Temmuz-Ağustos 2022), s. 6-17’de yayımlanmıştır.

[1] Georgios Sphrantzes, “Cronica (Chronicon Maius): 1258-1481”, Memorii, II, Edıtıe Critica de Vasile Grecu, (Bucureşti (Bükreş): Editura Academiei Republicii Socialiste Romania, 1966), p. 590-591.

[2] Yorgios Sfrancis, Chronicon Maius, British Library, Add. Ms. 36539, f. 84r, st. 6-9; G. Sphrantzes, “Chronicon Maius”, a.g.e., II, p. 426-427; Kriton Dinçmen, Şehir Düştü: Bizanslı Tarihçi Francis’den İstanbul’un Fethi (İstanbul: İletişim Yayınları, 1992), s. 95-96.

[3] Nicolò Barbaro, Giornale dell’ Asedio di Costantinopoli 1453 di Nicolò Barbaro P.V., per: Enrico Cornet, Vienna: Liberia Tendler & Comp., 1856, p. 52; Nicolo Barbaro, Kostantîniyye Muhâsarası Ruznâmesi, trc: Ş. Diler, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 1976, s. 65.

[4] Yorgios Sfrancis, a.g.e., f. 84r, st. 6-30; G. Sphrantzes, “Chronicon Maius”, a.g.e., II, p. 426-429.

[5] Kriton Dinçmen, Şehir Düştü: Bizanslı Tarihçi Francis’den İstanbul’un Fethi (İstanbul: İletişim Yayınları, 1992), s. 95-96.

[6] Sphrantzes, “Chronicon Maius”, a.g.e., II, s. 428-431.

[7] K. Dinçmen, a.g.e., s. 97.

[8] Kitābu Tārīḫ-ī Āl-i ʿOs̱mān, Paris Bibliothèque Nationale, Turc, nr.: 98, vr. 50b, st. 1-7.

[9] Krş. Ducas, Historia Byzantina, 285-286; Dukas, Bizans Tarihi, 175; Critobul din Imbros, Din Domnia Lui Mahomed al II-Lea Anii 1451-1467, editie de: Vasile Grecu, Editio Academiae Reipublicae Popularis Romanicae, 1963, LX/2, 138-139; Kritovulos, Historia (Kritovulos Tarihi: 1451-1467), çev.: Ari Çokona, (İstanbul: Heyamola Yayınları, 2012), 228-229; Nicolò Barbaro, a.g.e., p. 54; Ş. Diler trc., s. 67.

[10] Kitâbedeki bu bilgilerin çağdaş kaynaklar ışığında daha kapsamlı bir çözümlemesi için, bk. Hakan Yılmaz, “Fetihte Surlara Sancak Dikme Meselesine Farklı Analitik Bir Yaklaşım: ‘Ulubatlı Hasan’ Rivâyeti Efsâne Midir, Gerçek Midir?”, Uluslararası Fatih Sultan Mehmed Dönemi Osmanlı Dünyası Sempozyumu: İdeoloji – Diplomasi – Savaş – Fetih (12-13 Nisan/April 2019) Bildiriler Kitabı, FSM Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2021, s. 257-270.

[11] İbn Kemâl, Tārīḫ-i İbn Kemāl, VII. Defter, Süleymâniye Ktp. Fâtih, nr.: 4205, vr. 32a, st. 1-2; vr. 32b, st. 20-25; İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde), Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter (Tıpkıbasım), haz.: Şerafettin Turan, TTK Yayınları, Ankara 1954, s. 63, 64-65.

[12] Ulubatlı Hasan’dan sonra Silivrikapı ve Edirnekapı-Eğrikapı burçlarına ikinci ve üçüncü sancakları diktiklerini tespit ettiğimiz “Cānbāz Muṣṭafā” ve “Ḳarışdırān Süleymān” hakkında ayrıntılı bilgi için, bk. H. Yılmaz, “Fetihte Surlara Sancak Dikme Meselesine Farklı Analitik Bir Yaklaşım…”, a.g.e., s. 298-320.

[13] Marin Barleti (Marinus Barleitus), De Vita Moribus Ac Rebus Praecipue Adversus Turcas Gestis, Georgii Castrioti, Strasburg 1537, p. 333-334.

[14] Georges Guillet de Saint-George, Histoire du regne de Mahomet II. Empereur des Turcs, I, Paris 1681, p. 214-216.

[15] Bk. Orijinal vakfiye sûreti, st. 7-9; VGMA, Defter, nr.: 2163/70 (I), s. 80, st. 6-8; (II), s. 82, st. 6-7.

[16] Mehmed Süreyyâ, Sicill-i ʿOs̱mānī, II, Matba‘a’-i ‘Âmire, İstanbul 1311/1894, s. 118.

[17] Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, s. 251.

[18] Hamza bin Hızır’ın günümüzde mâmur hâlde olan kabri lahit şeklinde olup, üzerinde dardağanlı yeniçeri serpuşu tipi bir başlık vardır ve hazîreye göre Hâcet penceresinin sol arka köşesine konumlanmaktadır. Üzerindeki şâhidede ise aynen şu ibâreler yer alır: هو الخلاق الباقى | كتخداى | شهداى سكبان | حمزه بن حضر | حضرتلرينڭ روحنه فاتحه | سنه ٨٥٧ : Hüve’l-Ḫallāḳu’l-Bāḳī / Ketḫudā-yı / Şühedā-yı Sekbān / Ḥamza bin Ḥıżır / Ḥażretleri’nüñ rūḥına Fâtiḥa, / Sene: 857 (1453).” Sekbanlar’ın mezarları ise Hamza’dan ayrı olarak, hazîrenin orta ve sağ tarafını tutacak şekilde, arka tarafa doğru dağınık bir şekilde sıralanmıştır.

[19] M. Süreyyâ, a.g.e., IV, Matba‘a’-i ‘Âmire, İstanbul, ts., s. 770.

[20] Bu konuda, bk. H. Yılmaz, “Fetihte Surlara Sancak Dikme Meselesine Farklı Analitik Bir Yaklaşım…”, a.g.e., s. 312.

[21] Krş. Tâci-zâde Ca‘fer Çelebi, Maḥrūseʾ-i İstanbūl Fetḥ-nāmesi, İÜ Ktp. TY, nr. 2634/1, vr. 16a, st. 1-8.

[22] Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, Matba‘a’-i ‘Âmire, İstanbul 1311/1893, s. 309.

[23] Marin Barleti, a.g.e., p. 333-334; Georges Guillet, a.g.e., I, p. 214-216. Marin Barleti Balaban’ın yalnız “Primus muros urbis ascendit : Şehrin surlarını aşmayı başaran ilk kişi” olduğunu açıkça söylediği hâlde, 1914 Haziran’ında ilk fetih ihtifâlini düzenleyen İhtifalci Mehmed Ziyâ Beg, onu keyfî bir çıkarımla: “rāyet-i Muḥammedīyi “ilk defʿa olaraḳ Ṭopḳapu sūrı üzerine rekz ü iʿlāya muvaffaḳ” olmuş bir yeniçeri şeklinde takdim ederek, burca sancak dikme konusunda lideri Hasan Ağa’ya alternatif bir isim olduğu isâbetsiz fikrinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bk. Mehmed Ziyâ Beg, “İstanbul’da Türkler: Dört Yüz Altmış Birinci Devr-i Senevī, İlk Ḫuṭbe-i Şehāmet”, Ṭanīn Ġazetesi, sene: VI, sayı: 1965, 18 Receb 1332 / 30 Mayıs 1330 / 12 Ḥazīran-ı Efrencī 1914, s. 3

[24] Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 25.

[25] Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Ḥadīḳatü’l-Cevāmiʿ, İÜ Ktp. TY, nr.: 202, s. 67, st. 15-18.

[26] Marin Barleti’nin kroniğinde verdiği bu bilgiler Şemseddîn Sâmî’nin Ḳāmūsü’l-Aʿlām’ının II. cildinde yer alan “Balabān Beg” maddesinde de aynen tekrar edilmiştir (s. 1206-1207).

[27] Ḳabri mescidden bir miḳdār baʿīd bir ḫānenüñ baġçasında bulınmaġla, ḫāneʾ-i mezbūruñ ṣoḳaġa olan penceresinden ziyāret olınur idi. Baʿde-zamān pencereʾ-i mezbūre sedd olınup baġçanuñ dāḫilinde ḳalmışdur.” Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Ḥadīḳatü’l-Cevāmiʿ, I, Matba’a’-i ‘Âmire, İstanbul 1281/1865, s. 60.

Hakan YILMAZ

Hakan YILMAZ / Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı 21 Şubat 1977’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans (Master) eğitimini “İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde): Tārīḫ-i İbn Kemāl / VI. Defter (İnceleme-Transkripsiyon-Tıpkıbasım)” başlıklı teziyle tamamladı. Kuruluş devri Osmanlı tarihi ve Yeniçağ tarihi ile ilgili yeni bulgular ve bilimsel tartışmalara yönelik makaleleri 2004 yılından beri farklı akademik ve popüler dergilerde yayımlanmakta olup, uzmanlık alanı ile ilgili farklı sahalarda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. e-posta: hakanyilmaz.makale-iletisim@hotmail.com | hakanyilmaz.iletisim@gmail.com | hakan.yilmaz@marmara.edu.tr

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Hakan Yılmaz

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Anadolu’nun Sıvı Ekmeği, Suyu

Anadolu’nun Sıvı Ekmeği, Suyu

Özdenbekir KARAKAŞ, 13 Nisan 2025
Atatürk’ün İmzası

Atatürk’ün İmzası

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 13 Nisan 2025
Eklesia Kitapçısı – Kiliseden Kütüphaneye

Eklesia Kitapçısı – Kiliseden Kütüphaneye

Ekrem Hayri PEKER, 13 Nisan 2025
Anvers Rubens’e Yolculuk

Anvers Rubens’e Yolculuk

Ekrem Hayri PEKER, 12 Nisan 2025
Van Gogh’un Köyü

Van Gogh’un Köyü

Ekrem Hayri PEKER, 12 Nisan 2025
Den Bosh’da Bir Gün – Hollanda

Den Bosh’da Bir Gün – Hollanda

Ekrem Hayri PEKER, 12 Nisan 2025
Mahmut Bi’nin kaleminden Muhammet Emin Paşa

Mahmut Bi’nin kaleminden Muhammet Emin Paşa

Haber Merkezi, 12 Nisan 2025
Kahvehaneden Kıraathaneye… İlk Kıraathane…

Kahvehaneden Kıraathaneye… İlk Kıraathane…

Özdenbekir KARAKAŞ, 12 Nisan 2025