UNESCO Dünya Kültür Mirası Olarak Tescillenmeye Hazırlanan İzmir Liman Kentinin Merkezi: Kemeraltı |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Strabon’un “Bütün kentlerin en güzeli”, Victor Hugo’nun ise “Bir prenses” olarak tanımladığı İzmir’in, Kadifekale ve Basmane ile birlikte Tarihi Kent Merkezi’ni oluşturan Kemeraltı’na ilişkin yazıma, mimar, öğretim görevlisi ve Mimarlar Odası eski genel başkanı Oktay Ekinci’nin Mimarlık Dergisi’nin 17 Mayıs 2001 tarihinde yayımlanan konuşma metnindeki tespitleri ile başlamak istiyorum.
Oktay Ekinci Kemeraltı’nın “Dünya Kültürü” olduğu tespitini yaptıktan sonra 1840’larda İzmir’e gelen Fransız Maxime Du Camp’in “Orda, bu sıkışık mekânda, bütün halklar dirsek dirseğedir. Rumlar, Ermeniler, Türkler, Suriyeliler, İranlılar, başka yerlerde olduğu gibi, burada da hoş görülen ve mor renkli kurdele ile çevrili fötr şapkalarından çok, bozulmuş yüz çizgilerinin silinmez tipinden tanınan Yahudiler ve sonra alacalı bulacalı pantolonları ile Kürtler, beyaz donlarıyla zenciler, nakışlı ceketleri ile Mısırlılar, hepsi giysilerin çeşitliliğini ve silahlarının bolluğunu sergilerler.” şeklindeki cümlelerini aktarır. Ardından da Avrupa kentlerin yüreğinin attığı yerin ne saray bahçeleri ne süpermarketler ne de resmi ve soğuk anıtsal ve kamusal yapılarının avluları olduğunu, Paris’te, Roma’da, Viyana’da, Budapeşte’de ve sayısız korunmuş kentte bir ya da birkaç Kemeraltı bulunduğunu ve o kentin coşkusu, rüyası, isyanı ya da sevdalılarının o tarihsel merkezlerde, bazen 24 saat adeta soluk soluğa yaşandığını belirtir.
Kemeraltı’nın içinde barındırdığı İzmir’in en önemli alışveriş merkezi olan tarihi çarşı, bazı uzmanlar tarafından dünyanın en büyük açık hava alışveriş merkezi olarak da tanımlanır. Aranan hemen hemen her şeyin bulunabildiği bir merkezdir.
Kemeraltı’nın adı konusunda birkaç görüş bulunmaktadır:
Bunlardan birincisi, Orhan Beşikçi’nin 31 Aralık 2017 tarihli Milliyet Gazetesindeki köşesinden verdiği bilgiye göre, Mezarlıkbaşı semtindeki Saray Sineması yıkılınca, yıkılan binaların altından A-B kemerlerini ekibi ile bitlikte ortaya çıkaran Agora Kazısı Başkanı Arkeolog Yrd. Doç. Dr. Akın Ersoy, bu kemerlerin çarşıya adını veren kemerler olduğunu açıklamıştır.
İkinci olarak, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden yapılan açıklamaya göre yakın yıllara kadar Şadırvanaltı Camii’nden Havra Sokağı’na kadar devam eden sokakların üstünün örtülü olması nedeniyle “Kemeraltı” adının bu bölümünün üstünün kapalı olması nedeniyle aldığı görüşü vardır.
Üçüncü olarak ise, Kemeraltı Camisi’nin hemen güneyinde ve cami ile birlikte inşa edilen medreseyi üstten birbirlerini bağlayan bir kemer bulunması nedeniyle buraya Kemeraltı denildiği yönünde bir başka görüş bulunmaktadır.
Bir dördüncü görüş ise, üçüncü görüşe yakın bir görüştür. Kemeraltı Camiinin yapılışı sırasında Yemiş Çarşısına giren sokağın hemen başında bulunan yapı ile camii arasında bir taş köprü inşa edilmiş ve o dönemlerde bu taştan yapılma “kemer köprü” ile camiye bağlı bir de okul bulunmaktadır. İşte bu okul ile camiyi bağlayan ancak günümüze ulaşmayan bu kemer bu ünlü çarşıya ad olmuştur. (Yaşar Ürük, Kemeraltı’nın Başladığı Nokta, Konak, s.100).
İzmir iç limanı, antik çağdan beri bilinen bir liman olup, İzmir (Smyrna), bu liman çevresinde günümüzde Kadifekale (Pagos dağı) eteklerinde ikinci defa kurulmuştur. Şehir yüksek bir tepe ile küçük bir koydan oluşan doğal bir iç liman arasında konumlanmıştır.
Eski İzmir (Smyrna) kenti önce körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve bir yarım ada üzerinde kurulmuş, yaklaşık üç bin yıl sonra MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı ve küçük ölçekli limanın çayların getirdiği alüvyonlarla dolması sonucunda, kent güçsüz kaldığı için bu merkezden yönetilmesi imkansız hale geldiği için bugünkü Kadifekale-Pagos eteklerindeki İzmir Agorası‘na taşınmıştır.
İzmir’in yeniden kurulması, Büyük İskender’e (Makedonyalı Aleksendros) bağlanır. Büyük İskender söylenceye göre şimdiki Kadifekale civarında ilahi bir işaret almış ve kendisinden orada yeni bir Smyrna kenti kurması istenmiştir. Bu ikinci kuruluş yerinde kent, Kadifekale yamaçlarından aşağıya, denize doğru uzanıyordu. Kentin varlığı yine deniz ticareti ile yakından ilgili idi. Çünkü kentin konumlandığı alan yüksek bir tepe, yani Kadifekale’nin bulunduğu yer ile küçük bir koydan oluşan doğal bir liman arasında bulunuyordu. Kent esas olarak bu doğal limanın var ettiği bir yerleşim yeri olacak ve geleceği bu limanın canlılığına göre şekillenecektir. İç kale konumunda olan Kadifekale ile liman arasında da kentin dış surları yer alıyordu. Kentin doğu surları Kadifekale’den bugünkü Basmane’ye ve oradan da denize paralel bir şekilde şimdiki Hisar Cami’nin bulunduğu yere uzanıyordu. Kentin batısındaki surlar ise, yine Kadifekale’den başlıyor, Bayramyeri civarına uzandıktan sonra Hükümet Konağı yakınlarında denize ulaşıyordu (Dr. Fikret Yılmaz–Doktor Sabri Yetkin; İzmir Kent Tarihi, s. 29).
Aşağıda Büyük İskender’e Kadifekale’de kenti kurmasının bildirildiği sahneyi gösteren Roma parasının fotoğrafı görülmektedir (İzmir Kent Tarihi kitabından):
Hellenistik çağda kuşkusuz yeni kenti planlayanların ve kuranların belki de en önem verdikleri alt yapı öğesi kapalı bir liman olmalıydı. Yeni Smyrna’nın kapalı bir limana sahip olduğuna dair ilk tarihsel bilgi kentin kuruluşundan yaklaşık 300 yıl sonra Strabon tarafından verilmiş, yaklaşık iki asır sonra kent üzerine bilgi verirken Mysialı hatip Aelius Aristeides ve Latin şair Cladius Cladinanus hilal gibi bir limandan söz etmişlerdir (Ersin Doğaner, İzmir’in Smyrna’sı, s. 96,97).
Aşağıda Eski İç Liman (gravür veya çizimler) görülmektedir (Ersin Doğaner’in İzmir’in Smyrna’sı kitabından):
Günümüzden 2 bin 300 yıl önce, bugünkü Kemeraltı-Anafartalar Caddesi yayı içindeki limanın ağzında bulunan küçük ada; hisâr–aşiran makamına (Rakım Elkutlu tarafından bestelenmiş mürekkep makam) kadar sürecek olan tarihsel akışın başlangıcıdır. Bu küçük ada; Krommyonnessos/Soğanadası, yeni kurulmakta olan Smyrna kentinin iç limanının güvenliğini sağlayan önemli bir coğrafya parçası idi. (Fikret Yılmaz; Münir Aktepe/ İzmir Yazıları-Camiler, Hanlar, Medreseler, Sebiller,)
Aşağıda Roma ve Bizans dönemlerindeki İzmir kenti ve bugün Kemeraltı olan iç liman görülmektedir (İzmir Kent Tarihi kitabından)
1204’teki 4. Haçlı Seferi sonucu İstanbul’un Latinler tarafından işgal edilmesi sonucu Bizans imparatorları İznik’e çekilmek zorunda kalmalarından sonra Nymphaion (Kemalpaşa-Nif) idari bir merkez olarak öne çıkarken, İzmir imparatorluk ailesinin yazları geçirdikleri yer olur. İmparator Vatatzes İzmir’in güvenliği pekiştirmek için iç liman ağzında Neon Kastron’u (Liman Kalesi) inşa ettirir (1231-1235). 1261’de Konstantinopolis’in tekrar Bizanslıların eline geçmesinden sonra İzmir’in ticaretine Cenevizler talip olur, taraflar arasındaki Nymphaion Anlaşması ile liman çevresine yerleşen Cenevizleri Venedikliler takip etmiştir. 1329 yılında ise Aydınoğlu Mehmet Bey’in oğlu Umur Bey liman kale ve çevresini ele geçirerek bütün İzmir’e hâkim olmuştur (İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk, s.23).
İstanbuler Mitteilungen’de yayımlanan Liman Kalesi’nin çizim veya gravürü aşağıdaki gibidir:
Nymphaion Anlaşması’ndan çok kısa olarak bahsedecek olursak;13 Mart 1261’de Nymphaion’da imzalanan anlaşma ile Cenevizler tarafından Bizans toprakları üzerinde gümrük vergisi ödemeden ticaret yapılacak, limanlarda Cenevizlerin oturduğu ticaret mahalleleri kurulacaktı. Antlaşmanın en önemli maddeleri Smyrna’yı ilgilendiriyordu. Kentin yönetimi Bizans’ta kalıyor, ancak Smyrna limanı ve kalesi (Neon Kastron) tümüyle Cenevizlerin kontrolüne geçiyor, liman vergileri Cenevizler tarafından toplanıyordu (Ersin Doğaner; İzmir’in Smyrna’sı s. 142).
1344’te Papa VI. Clement’in örgütlediği, Venedik, Kıbrıs ve Rodos şövalyelerinin katıldığı bir Haçlı Seferi’nde liman kalesi Latinlerin eline geçmiş, Pagos Dağının zirvesindeki Kadifekale Türklerin elinde kalmıştır (Dr. Fikret Yılmaz–Doktor Sabri Yetkin İzmir Kent Tarihi, s. 39).
Osmanlılar, 1390’da Aydınoğulları Beyliği’ne son verip Kadifekale’ye yerleşmelerine rağmen Liman Kalesi çevresini alamazlar ve Liman Kalesi ve çevresinin Latinlerin ellerinde kalmasından dolayı bu ikilik İzmir’e “Gavur” sıfatının verilmesine neden olmuştur (İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk, s.23).
Tarihçi Murat Bardakçı’ya göre de “Gavur İzmir” sözü ile bundan altı asır öncesine kadar Hristiyanların elinde bulunan ‘sahil İzmir’i’ kastedilir.
İzmir’e XV. yüzyılda bir sefer düzenleyen Timur, Rodos şövalyelerinin hâkim olduğu Liman kaleyi ele geçirerek kaleyi yıktırmıştır (Dr. F. Yılmaz–Dr. S. Yetkin İzmir Kent Tarihi, s. 39).
Bulunduğu yere Hisarönü adını verecek olan bu kalenin 1402’de yaman biçimde Timur tarafından kuşatılması sırasında, Timur iç limanın doldurulmasını emretmiş ve kalenin alınması için kalenin deniz tarafının doldurulması gerekmiş ve limanın bu kısmı Kadıfekale’den getirilen taşların denize atılması ile doldurulmuş ve hem de kalenin denizden yardım alması engellenmiştir.
Her ne kadar Çankaya Metrosu’nda sergilenen tarihi buluntuların Roma dönemine ait olduğu belirtilse de Tarihçi Münir Aktepe tarafından Çankaya metrosunda sergilenen taşların Kadıfekale’den getirilen taşlar olduğu ileri sürülmektedir.
Timur tarafından gerçekleştirilen doldurma işlemi şu şekilde anlatılmıştır: “1402 yılında Timur’un Anadolu’yu işgal etmesi ile kent büyük ölçüde tahrip edildi. Koyun liman olarak kullanılan kısmı dolduruldu, limanı koruyan Ceneviz Kalesi yıkıldı.” (İzmir Ticaret Odası Kemeraltı, s. 17)
Ersin Doğaner’in İzmir’in Smyrna’sı adlı kitabında ise Timur’un Liman Kalesi’ni alması şöyle anlatılmaktadır (s. 184): 1402 yılında Osmanlı ordusunun yenilgisi ile sonuçlanan Ankara Savaşı’ndan sonra Timur, Tire’ye kışlamak üzere geldiğinde İzmir Limanı’nın yaklaşık 50 yıldır Latinlerin elinde olduğunu öğrenmiş ve kalenin ele geçirilmesi için tüm askeri gücünü İzmir’e yığmış, Liman Kalesi şiddetli saldırılar karşısında dayanamamış, bir haftalık kuşatmadan sonra düşmüştür. Kalenin üç tarafının denizle çevrili olması ve çok dar olan kara bağlantısının ise derin bir hendekle kesilmesi nedeniyle zorlanan Tatar ordusu ormanlardan kestikleri ve denize çaktıkları kalaslar üzerine ahşap döşeyerek daha rahat edebilecekleri platformlar inşa etmişler, kalenin düşüşünü kolaylaştırmışlardır.
Timur için yazılan Zafernameler’de anlatılan bu olayı aşağıdaki minyatürde görmek mümkündür (Resim söz konusu kitaptan alınmıştır):
Venedikliler 1472’de İzmir üzerine yönelmiş ve bir Venedik filosu körfeze girerek limana saldırmış ve kenti yağmalayarak yakmıştır. Sultan II. Mehmet (Fatih), Timur’un yıktırmasından dolayı harabe halinde bulunan Liman Kalesi’ni yeniden yaptırmıştır. Oysa, “İstanbuler Mitteilungen 12’de İzmir’e saldıran Venedik filosunun kenti kolayca ele geçirmesi ve katliam yapması üzerine kaleyi yeniden inşa ettiğinden söz edilmiştir.
Aşağıdaki resimde Venedikli Pietro Mocenigo’nun İzmir’i yağmalaması tasvir edilmiştir (İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk kitabından).
Oysa İzmir’e 1671’de gelen Evliya Çelebi kalenin Fatih tarafında inşa edildiğini gösteren kitabesini (1) aktarıp, içindeki mescit ve kapısı önündeki camiden söz etmiştir (İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk, s.25).
Liman Kalesi’nin yeniden inşa edilmesi ile İzmir tekrar eski görünümüne kavuşmuştur. Yani Pagos Dağı üzerinde bulunan ve bir iç kale olan Kadifekale ile kentin limanında bulunan kale arasında, kent tekrar bütünleşmiş oluyordu. Aşağıdaki resimde o dönemdeki önde Liman Kalesi ve yukarıda Kadifekale görünmektedir (Dr. F. Yılmaz-Dr. S. Yetkin İzmir Kent Tarihi, s. 41):
Liman zamanla ağzına doğru dolmaya başladığından, yeni yerleşim ve ticaret sahaları açılmış ve buraları yeni binalarla değerlendirilmiştir.
Liman Kalesi, 1650 yılında körfezin en dar yeri olan ve günümüzde Bolçova ilçesine bağlı İnciraltı Mahallesi’nde (Sancakburnu) Sancak Kale’nin inşası ile önemini kaybetmiştir (İstanbuler Mitteilungen)
Sancakburnu Körfezin son derece stratejik bir noktasındır ve buraya inşa edilen bu yeni kale ile artık Liman Kalesi’ne ihtiyaç duyulmayacak ve kentin güvenliği sağlanacaktır.
Aşağıda, İzmir Ticaret Odası’nda bulunan Kemeraltı maketinde Kemeraltı ve iç limanın 17. Yüzyıldaki durumu görünmektedir.
Yukarıdaki maketin bir başka versiyonu ise aşağıdadır (izmirkemeralti.wordpress.com’dan alınmıştır):
1.Büyük Vezir Han, 2. Ok Kalesi, 3. Menemen İskelesi, 4. Kızlarağası Hanı, 5. Hisar Camii, 6. Kara Han, 7. Acemiler Hanı, 8. Arnavut Hanı, 9. Demir Han, 10. Şadırvan Camii,11. Kestane Pazarı Camii, 12. Başdurak Camii, 13. Barut Han, 14. Kemeraltı Camii, 15. İç Liman, 16. Bataklık
Bir zamanlar, kenti ve iç limanı korumak amacıyla yapılmış olan kale 1871 yılında yıktırılmıştır, ancak, kalenin çevresi bugün hala “Hisar”, Hisarönü, Çankaya’ya uzanan bölge “Kale Arkası” olarak anılmaktadır (Serçe, Erkan Kendi Gitti Adı Kaldı Yadigâr: İzmir’in Liman Kalesi, İzmir Life Mart 2015, S. 35-36).
İç Limanın sınırlarını oluşturan bugünkü Kemeraltı yayının üzerinde XVII. Yüzyıl boyunca yapılan camiler, kentin bu dönemdeki hızlı büyümesinin işaretleri gibidir. Havra Sokağı Musevi yerleşim yeri olmuştur (Dr. F. Yılmaz– Dr. S. Yetkin İzmir Kent Tarihi, s. 48-49)
İç Lima’nın etrafında kümelenen ve gittikçe İç Liman’ın dolmasıyla genişleyen geleneksel iş alanları –ki ileride tamamı Kemeraltı Çarşısı adını alacaktır- etrafında yerleşim ışınsal (yıldız şekilli) bir şekilde genişler
1742 yılında, yerel yetkililere yapılan şikayetlerde iç limanın doldurulduğu görülmektedir. Bu şikayetlerde daha önce gemilerin girip çıktığı iç limanın doldurulduğu ve nedenleri açık bir şekilde yazılıdır. Doldurulan bu yerlerde de yeni dükkanların, boyahanelerin ve mısır çarşısının inşa edildiği yazılmıştır. Burada sorulması gereken, iç limanın ne ile doldurulduğudur? (Osman Koçanaoğulları, İzmir İç limanı ve Kemeraltı bölgesinin oluşumu).
Diğer taraftan iç liman 19. yüzyılda tamamen doldurulmuş ve Kemeraltı Çarşısı olarak adlandırılan ticari alana katılmıştır (İstanbuler Mitteilungen-12).
İlk yapıldığı yıllarda çarşı, kısmen tonozlu, kiremit örtülü, yan sokakları ve arastalarıyla bir kapalı çarşı görünümündeydi.
Kentin İç limanının bulunduğu Kemeraltı ve çevresinde görkemli hanlar, camiler, hamamlar, çeşme ve şadırvanlar, konaklar, sinagoglar inşa edilmiş; birçok zanaat ve bu zanaatlardan adını alan sokaklar ortaya çıkmıştır. Kemeraltı; farklı çağlar, dinler, kültürler ve tüm bunları yaşatan sayısız mimari yapının yanı sıra tarihi çarşının yüzlerce yıldır aktarılan geleneksel zanaatlarını ve eşsiz lezzetlerini barındırmaktadır. (İzmir Tarihi Kent Merkezi Kemeraltı Gezi Rehberi s.2)
1890’lı yıllarda ticaret kenti olan İzmir’de, ticaret mekanları Kemeraltı ve frenk Sokağı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kemeraltı bölgesi, geleneksel ticari ilişkilerin yaşandığı, daha çok yerli unsurlara hizmet eden, eski liman boyunca gelişmiş bir ticaret alanıdır. Kemeraltı çarşısında Osmanlı Devleti’nin geleneksel “arasta” yapısını görmekteyiz. Nitekim, bu çarşıda Taşçılar içi, Mermerciler içi, Çiviciler içi, Şekerciler içi, Kavaflar içi, Kantarcılar içi, Yemiş çarşısı gibi her sokağın isimlerle anıldığı, belli ürünlerde uzmanlaşmış yerlerin bulunduğunu görüyoruz (İzmir Kent Tarihi, Dr. F. Yılmaz–Dr. S. Yetkin s. 62-63).
Diğer taraftan, Kemeraltı Çarşısı’nda, Mıhçılar, Bardakçılar, Sandıkçılar, Yorgancılar, Sabunhane, Yeniçeri, Tahmis sokaklarını bilenin kalmadığı söylenmektedir (Orhan Beşikçi).
Artan maliyetler ve gelişen teknolojilere rağmen Kemeraltı’nda halen geleneksel zanaatları devam ettiren ustalar bulunmaktadır. Bunlar arasında Kalay Ustaları, Elek Ustaları, Demir Ustaları ve Sedefkar ve Telkari Ustaları vardır.
Antik iç limanın rıhtımını oluşturan Anafartalar caddesi yüz yıllardır Kemeraltı’nın kalbini oluşturmuştur. Kemeraltı’nın ana caddesidir. Anafartalar caddesi, 9 Eylül 1922’de Türk süvarilerin kervan köprüsünden kente girip Gaziler Caddesi’nden sonra Altınpark’tan başlayan ve hükümet konağına gitmek için kullandıkları yoldur ve caddenin ismine o nedenle Anafartalar Caddesi denilmiştir. Dokuz Eylül Meydanı’ndan (Basmane) başlar, antik kentin Agora’sına ulaşır (Mezarlıkbaşı), eski iç limanın kavisini takip ederek Konak Meydanı’nda sonlanır. Kemeraltı Mezarlıkbaşı semtinden Konak Meydanı’na kadar uzanan bölgeyi içine alır. Anafartalar caddesi doldurulmadan önce liman kıyı şeridi idi olması ve iç limanın etrafını dolaşmış olmasından dolayı kavis şeklindedir.
Smyrna limanının sahil şeridi için Anafartalar Caddesi’nin temel alınması çok da yanlış değildir. Caddenin deniz yönünde yapılan imara dönük sondaj kazılarında hiçbir arkeolojik taşınmaza rastlanmaması antik sahil şeridinin caddenin iz düşümünde bulunabileceğini destekler niteliktedir. Smyrna Limanı’nın kıyı çizgisi 17. Yüzyıla kadar çok yavaş değişmiş, ancak bu tarihten sonra 19. Yüzyılın ortalarına kadar daha hızlı bir dolgu süreci yaşanarak bugünkü Kemeraltı düzlüğü ortaya çıkmıştır. Antik limanın kıyı çizgisi konusunda, sağlam zemin gerektiren 1592 tarihli Hisar Cami, 1636 tarihli Şadırvan Cami, 1667 tarihli Kestane Pazarı Cami ve yine 17. Yüzyıla tarihlenen Kemeraltı Cami arasında çizilecek bir yay kısmen fikir vermektedir. Öyle ki, bu yayın batısında kalan Kemeraltı dolgu alanında sağlam zemin gerektiren 17. Yüzyıl sonu itibariyle inşa edilmiş anıtsal bir cami yapısına rastlanılmamaktadır (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi – Smyrna Antik Kenti Kazı- Araştırma-Restorasyon Projesi)
Kemeraltı’na Konak (Atatürk) Meydanı’ndan girilirse hemen sol tarafında Konak ilçesinin adının aldığı ve 09 Eylül1922 günü Ulusal Kurtuluş mücadelesinin zaferle bitişinin sembolü olan ve balkonunda asılı olan Yunan bayrağının indirilip Türk bayrağının çekildiği Hükümet Konağı vardır.
Konak Meydanı’nda denize en yakın tarihi yapı ve İzmir’in simge yapısı Saat Kulesi’dir. 1 Eylül 1900 tarihinde temeli atılan ve 1 Eylül 1901 tarihinde hizmete sunulan Saat Kulesi, Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılı onuruna yapılmıştır. Dantel gibi işlenmiş taş işçiliği, küçük kubbeleri ve geometrik figürleri Osmanlı tarzını yansıtmaktadır. Saati Alman İmparatoru II. Wilhelm’in hediyesidir. Dört tarafında dört çeşme vardır. Saat Kulesi dört kattan oluşmakta olup, Oryantalist bir form üzerinde kurulmuştur. Üzerleri kubbe ile örtülü dört baldakenli şadırvanı ile zeminde dört fıskiyeli havuzu ve on iki çeşmesi bulunmaktadır. (Melek Göregenli; Kemeraltı s.42)
Diğer taraftan Konak Meydanı’nda hemen saat kulesinin kuzey doğusunda, 1754-55 tarihinde Mehmet Paşa’nın kızı Ayşe Hanım tarafından yaptırılan Yalı (Konak) Camii bulunmaktadır. Yapı önce bir medrese ile birlikte inşa edilmiş, ancak medrese daha sonra yıktırılmıştır. Döneminde deniz kenarında yapıldığından Yalı Camii, banisinden dolayı da Ayşe Hanım Camii adları ile anılmaktadır. Taş ve tuğla malzemeyle birlikte inşa edilen cami, sekizgen planlı ve tek kubbeli bir yapıdır. Taç kapının solunda minaresi vardır. Yapıda süsleme unsuru olarak Kütahya çinileri ve kalem işleri kullanılmıştır (Melek Göregenli; Kemeraltı, s.44).
Aşağıda caminin kubbesi, mihrabı ve minberi görülmektedir:
Aşağıdaki fotoğrafta, İzmir Devlet Opera ve Balesi-Elhamra Sahnesi ile Milli Kütüphane birlikte görülmektedir:
Milli Sinema 1. Ulusal Mimarlık Akımı’nın en karakteristik örneklerinden biridir. Sinemanın mimarı Tahsin Sermet Bey’dir. Kentin işgali nedeniyle yaşanan zorlu bir süreç sonunda 1926 yılında tamamlanarak Elhamra Sineması adıyla işletilmeye başlanmıştır. 840 kişilik kapasitesi ve 120 metrekarelik sahnesi ile en kaliteli filmlerin gösterime girdiği ve tiyatro oyunlarının sahnelendiği, konserlerin verildiği bir sanat merkezi olarak kullanılmıştır. Atatürk, bir kez müsamere ve bir kez de film izlemiştir. Ayrıca, Atatürk’e suikast girişiminde bulunanlar, İstiklal Mahkemesi tarafından burada yargılanmıştır. Halen Devlet Opera ve Balesi sahnesi olarak sanatseverlerle buluşmaya devam etmektedir.
Milli Kütüphane de Milli Sinema gibi 1. Ulusal Mimarlık Akımının en karakteristik örneklerinden biri olmakla birlikte Türkiye’deki en önemli kütüphanelerden biridir. Milli Kütüphane ilk kez Beyler Sokağı’ndaki Salepçioğlu Konağı’nda 8 Temmuz 1912 tarihinde kapılarını açmıştır. Kütüphaneye gelir yaratmak için öncelik Milli Sinema’ya verilmiştir. Açılışı 1 Ekim 1933 tarihinde coşku ile gerçekleştirilen kütüphanenin de mimarı Tahsin Sermet Bey’dir. 12. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasındaki dönemlere ait yaklaşık 4.000 adet elyazması eseri içeren zengin bir arşivi bulunmaktadır (İzmir Tarihi Kent Merkezi Kemeraltı Gezi Rehberi s. 7-8)
Anafartalar Caddesi No: 10’da 1901 yılından beri faaliyetini devam ettiren ünlü tatlı ve şekerlemeci Şekercibaşı unvanlı Ali Galip bulunmaktadır. “Şekercibaşı Ali Galip” ile ilgili bilgileri aldığımız Mert Irmak, Ali Galip’in yeğeni Mehmet Irmak’ın (oğlu Ali Galip Irmak’tır) torunu olup, söz konusu işletmeyi babası ve amcalarından sonra işletmiş, şimdi de işletmeyi kuzenlerine devretmiştir.
Firmaya ismini veren Ali Galip Efendi 1860 yılında Bursa’da dünyaya gelmiş, 1884 yılında İzmir’e gelerek o dönemde Rum ve Ermeni ustaların tekelinde bulunan şekercilik sanatı ve ticareti ile ilgilenmeye başlamıştır. Fransız, İtalyan, Rum ve Ermeni birçok ustayla çalışmış ve 1901 yılında İzmir’in kalbi Kemeraltı’nda yüzyılı aşkın süre hizmet vermekte olan “Şekerci Ali Galip”in temellerini atmıştır. Daha önce çırağı olduğu ve dönemin en ünlü şekercisi olan Rum asıllı “Çatal Sakal”ın karşısına açtığı dükkanla onunla rekabete girmiş ve lezzetli ürünleri ile ününü tüm İzmir’e ve hatta Ege Bölgesi’ne yaymıştır.
(Üzerinde Arapça ve Fransızca yazıların bulunduğu aşağıdaki resim halen işletmede asılıdır.)
Ali Galip Efendi Ermeni ve Rum ustalar tarafından gösterilmeyen bazı ürünlerin yapılışını öğrenmek için çeşitli yollar denemiştir.
Yeniliğe önem veren yurt içi ve yurt dışı fuarlara ürünlerini gönderen Ali Galip Efendi, uluslararası fuarlardan pek çok ödül almış, üretim kapasitesini arttırması üzerine 1920’li yıllarda üçüncü kuşaktan yeğeni Mehmet’i de yanına alarak yeni şubeler açmış, tüm tecrübe ve ustalığını yeğeni Mehmet ile paylaşmıştır.
1922 yılında Çatal Sakal’ın İzmir’i terk etmesi ile rakipsiz kalan Ali Galip Efendi ürün çeşidi ve kalitesiyle, yaptığı yatırımlarla kendini sürekli geliştirmiş ve günümüzde de hala keyifle tüketilen birçok tatlı ve şekerlemeyi İzmirlilerin beğenisine sunmuştur. Büyük dayısı Ali Galip ile 1934 yılında “Irmak” soyadını alan Mehmet Irmak, Ali Galip Irmak’a sağladığı katkılarla firmayı sırtlayan ikinci isim olmuştur.
Mehmet Irmak, 1938 yılında İzmir Enternasyonel Fuarı’na katılarak tamamen şekerden imal ettiği İzmir’in sembolü Saat Kulesi’ni “Şekerci Ali Galip” standında sergileyerek büyük beğeni kazanır ve “Şekerci Başı” unvanını alır.
Kemeraltı’nda bir iş merkezinin yenilenmesi çalışmaları sırasında kalıntıları ortaya çıkan ve 853 Sokaktaki Roma Hamamı yaklaşık 1800 yıllıktır.
Tarihi kalıntıların aynı zamanda Smyrna Antik Kenti Limanı’nın yerleşimi hakkında da yeni tarihsel bilgiler verdiği, hamamın dönemi itibarıyla şehre gelen kişilerin arınmak ve temizlenmek için ilk uğradığı nokta olduğu ifade edilmektedir.
Aşağıdaki fotoğraf Roma Hamamı’nın kalıntılarını göstermektedir.
17 Şuba –4 Mart 1923 tarihlerinde Kurtuluş savaşı ile kazanılan zaferden sonra prensip olarak ekonomik bağımsızlığın da tamamlanmak istenmesi için toplanan 1. İktisat Kongresi Kemeraltı’nda bulunan Banka-Han binasında yapılmıştır.
Yıkılmış olan binanın bulunduğu alanda yer alan İzmir İktisat Kongresi Anıtı’ndaki Atatürk’ün sözleri de ekonomik bağımsızlığın önemini vurgulamaktadır.
Kongreye 4 kesim katılmış, bunlar fotoğrafta da görüldüğü üzere tüccar, sanayi, işçi ve çiftçi grubudur.
Diğer taraftan İzmir’in kurtuluşundan 5 ay sonra ve Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından 4 ay önce toplanan Türkiye İktisat Kongresi Anadolu kurtuluş hareketinin iktisadi yönünü göstermesi bakımından son derece önemlidir ve İtilaf Devletlerine de bir mesajdır.
Kongrenin düzenlendiği ve 1970’lerin ikinci yarısında yıkılan ve halen açık otopark olarak kullanılan bina Kemeraltı, Gümrük, Çakaloğlu Hanı, Atatürk Bulvarı’nın yaya sirkülasyonun yoğun olduğu 860, 853. sokakların kesiştiği köşede çeyrek daire şeklinde yer almaktaydı.
14 Haziran 1926 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’e düzenlenmesi planlanan suikast, Atatürk Basmane’den Anafartalar Caddesi’ni kullanarak Vilayet Konağına giderken Kemeraltı’nda gerçekleştirilmek istenilmiştir. Suikastın tertipçisi Ziya Hurşit’tir. Suikast gerçekleştirilmek istendiği yer Ziya Hurşit’in kaldığı otel ile Anafartalar caddesi ve 853. Sokağın kesiştiği ve köşede Kemeraltı Camisi’nin bulunduğu yerdir.
Aşağıda 21 Haziran 1926 günkü Vakit gazetesinde yayınlanan ve suikastın yapılacağı noktayı gösteren (X işaretli yer) kroki görülmektedir.
Ziya Hurşit’in kaldığı otel de Kemeraltı Camisinin tam karşı köşesinde ve 853. Sokağın içindeki Gaffarzade Oteli’dir. Suikasttan yetkililerin daha önceden haberleri olması nedeniyle Ziya Hurşit tevkif edilir ve yatağının altında silah ve bombalar bulunmuştur.
Alttaki fotoğrafta suikastın lideri Ziya Hurşit’in kaldığı Gaffarzade Oteli görülüyor.
Söz konusu yerde düzenlenecek suikast başarılı olmazsa ikinci girişim olarak yaklaşık 50 metre ötedeki otelde kalan Çopur Hilmi, Laz İsmail ve Gürcü İsmail tarafından ateş açılıp bomba ile gerçekleştirilecekti.
Aşağıdaki fotoğrafta da suikastçılardan Çopur Hilmi, Laz İsmail ve Gürcü İsmail’in kaldığı otel bugün altında FLO mağazasının olduğu oteldir. O dönemde de bu mağazanın yerinde Süleyman Ferit Eczanesi vardır.
Ancak, 14 Haziran günü İzmir Valisi Kazım Bey tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya çekilen telgraf sonrasında kendisinin İzmir’e seyahatini ertelemesi üzerine plan gün yüzüne çıkarılmıştır.
Yeri gelmişken Şifa Eczanesi’nden söz etmek uygun olacaktır.
Şifa Eczanesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun en genç eczacısı olarak meslek hayatına başlayan Süleyman Ferit Bey’in eczanesidir. 1922 yılına gelindiğinde İzmir’de bulunan 50 eczaneden sadece dördü Türk eczacılara aittir. Bunlardan biri de Şifa Eczanesi’dir. Önemi de buradan gelmektedir. Süleyman Ferit 1886 İzmir doğumludur. İstanbul Tıp Fakültesi’ne bağlı Eczacılık Yüksek Mektebi’nde okumuştur. 18 yaşında iken okulu bitirip Gureba-i Müslimin Hastanesi’nde (Eski İzmir Devlet Hastanesi, şu andaki Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Konak Ek Hizmet Binası) eczacı olarak çalışmaya başlar. Şifa Eczanesi’ni 1911 yılında Moraiti adlı bir eczacıdan satın alır. Tilkilik semtindeki eczanesini buraya taşır. Aynı zaman da ilaç imalatı yapım işin sürdürür.
Şifa Eczanesi’nde hastaların biyokimya tahlilleri yapılmakta, İzmir’in belli başlı hekimleri belirli gün ve saatlerde hasta kabul etmekteydiler. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali sırasında Şifa Eczanesi de yağmalanmıştır.
Süleyman Ferit, 10 arkadaşı ile 26 Aralık 1923 tarihinde Altınordu Spor Kulübünü kurmuş olup, kulübün hem kurucu başkanı ve hem de isim babasıdır. Kulübün İsmi de bir Türk devleti olan Altın Orda (Ordu) Devletinden gelmektedir.
Süleyman Ferit’in vefatından sonra Şifa Eczanesi’ni 1978 yılına kadar oğlu Kemal Eczacıbaşı işleterek parfümeri satış merkezi haline getirmiş ve 1996 yılında kapanmıştır (İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk, s. 106-107,125).
Kemeraltı’nda kentin önde gelen ailelerin yaşadığı üç sokağa da Beyler adı verilir; sokaklar birinci, ikinci ve üçüncü beyler olarak birbirlerinden ayrılırılar. 20. yüzyılda Türklerin sahibi olduğu gazeteler, yayınevleri ve matbaalar Beyler Sokağı’nda konumlanmıştır.
Memleket/Devlet Hastanesi’ne yakınlığı nedeniyle de doktorların muayenehaneleri, dişçiler, ecza depoları burada yer almıştır. Adliye’nin de Konak’ta bulunması nedeniyle Avukatlar da bürolarını burada açmıştır. Birinci Beyler kentin entelektüel kesimin bir araya geldiği bir yer olmuş, Sema ve Şan sinemaları İkinci ve Üçüncü Beyler’de bölgenin sosyal hayatına renk katmışlardır (İzmir Tar. Kent Merkezi’ne Yolculuk, s 86).
Ancak, Devlet Hastanesi ve Adliye’nin taşınması neticesinde doktorların ve avukatların boşalttığı yerler faklı iş kollarından gelenlerce doldurulmuş, meyhaneler ve sinemalar zaman içinde kapanmıştır.
Kemeraltı’ndaki camilerin önemli bir kısmı Anafartalar Caddesi üzerinde inşa edilmiştir.
Kemeraltı Camii
Orijinal kitabesi olmayan 853 Sok. No: 13 Konak adresindeki camiinin girişindeki camii ile ilgili bilgiler şöyledir: Yusuf Çavuş Zade Hacı Ahmet Ağa tarafından H. 1083 (M.1672) yılında yaptırılan cami İzmir’deki eserlerin en önemlilerinden biridir. İbadet mekânı tek kubbeli ve kübiktir. Boyuna dikdörtgen plan şemasına sahip camii girişten mihrap önünde bulunan kubbeye iki sütun ve iki büyük ayakla üç nefe (bölüm) ayrılmıştır. Örtü sistemi kubbe ve tonozdur. Kubbenin yuvarlak kasnağına sekizgen köşe bingilerinden (geçiş öğesi) geçilmektedir. Fevkani (üst katı olan) olarak inşa edilmiştir.
Yapı kalem işi, alçı ve mermer süslemelere sahiptir.
Minaresi kuzeydoğuda olan caminin etrafında medrese dairesi, kütüphane ve sebil vardır ( Medrese dairesinin dört odası vardır ve günümüzde caminin imamı ve müezzini tarafından kullanılmaktadır).
Salepçi Zade Hacı Ahmet Efendi tarafından H.1301 (M.1884) tarihinde tamir ettirilmiştir. 2004 yılında da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.
Aşağıdaki fotoğrafta Kemeralıtı Cami yanındaki Sinanzade (Kemeraltı) Sebili görülmektedir. 18. Yüzyılda caminin inşaatının bitmesinden hemen sonra yaptırılmış olup, birkaç kez restorasyon görmesi sayesinde günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Aşağıda ise 1958’li yıllarda Kemeraltı ve Kemeraltı Camii’nin kubbe ve minaresi ile sebilin fotoğrafı görülmektedir (Fotoğraf Mehmet Pulcu’nun Facebook sayfasından alınmıştır):
Salepçioğlu Camii
Dr. Faik Muhittin Adam Cad. No:48’de bulunan camiinin girişindeki camii ile ilgili bilgiler şöyledir: Salepçizade Hacı Mehmet Efendi’nin oğlu Hacı Ahmet Efendi tarafından 1897 yılında yaptırılmıştır. Camiinin yapımı 1897 yılında başlamış ve 1904 yılında tamamlanmıştır. Fevkani olarak inşa edilmiş, yapı dikdörtgen plan şemasına sahiptir. Yapı kubbeleri barok süslemelere sahiptir. Pencere, kapı, söve ve kemerleri geniş satıhlı mermerden yapılmıştır. Orijinal minaresi depremden dolayı yıkıldığından yerine 1927 yılında İzmir Valisi Kazım Dirik tarafından yenisi yaptırılmıştır. 2012 yılında da Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İTO’nun iş birliği ile onarılmıştır.
Barok esintilerin izinde Salepçioğlu Camisi’nin içi (İzmir Kültür ve Turizm Dergisi’nden alınmıştır)
Alttaki fotoğraf ise 1954 yılına ait olup, 68 yıl önceki Salepçioğlu Camii ve Kemeraltı’ndan bir kesit göstermesi açısından önemlidir. Caminin önünden geçen sokak İkinci Beyler’den Tilkiliğe giden, Salepçioğlu İş Merkezi’nin arkasından geçen yoldur.
Başdurak Cami
Cami 873 Sok. No: 113 Konak adresinde bulunmaktadır. Camiinin girişindeki camii ile ilgili bilgilere göre, Başdurak Camii olarak bilinen eserin diğer adı Hacı Hüseyin Camii’dir. Hacı Hüseyin tarafından 1652 yılında yaptırılmıştır. Yapı çok sayıda deprem geçirmiştir. Altında çok sayıda dükkân ve depo bulunduğu için fevkani (yükseltilmiş) olarak yapılmıştır. Kare puan şemasına sahip caminin yüksek tamburlu kubbesi ve üç kubbeli son cemaat yeri bulunmaktadır.
Giriş kapısının üzerinde bulunan onarım kitabesinde H. 1188 (M.1774) tarihi yazılıdır.
Caminin daha önce bir medrese ile inşa edildiği, ancak daha sonra yıkıldığı ifade edilmektedir (İzmir T.O. Ocak 2009- Kemeraltı-s. 47).
Alttaki fotoğrafta caminin onarım kitabesi görülmektedir.
Cami 1997–2001 yılları arasında Vakıflar genel Müdürlüğü, 2017 yılında İzmir Ticaret Odası tarafından restore edilmiştir.
Kestane Pazarı Camii
Camii Eminzade Hacı Ahmet Ağa’nın bina ve vakfettiği bir eserdir. Anafartalar Caddesi etrafında yoğunlaşan iş merkezinde bulunur. Camii, kare bir mekân üzerine büyük bir kubbeyle etrafında dört kubbeden oluşmaktadır. Üstteki fotoğrafta da görüldüğü üzere taş işçiliği görülmeğe değer özellikte ve caminin son cemaat yerinde üç kubbe bulunur.
Yine fotoğraftan da görüleceği gibi son cemaat yerinin avluya bakan yüzünde vitraylardan oluşmuş panolar yer almaktadır. Yapılış tarihi 1663 olarak belirtilen caminin mevcut kitabesi ikinci kitabe olup, camide yer alan kitabesinde Türkçe harflerle şunlar yazmaktadır: “Cenabı sahibül hayrat Ahmet Ağa hasseten lillah. Bu âli camiyi yaptırdı. Kast-ı hayr idi nagâh. Bu tarih-i dilgüşah seyreyleyenler dedi tarihinin, yerinde olduğu zibah bî bedel Camii tealallah.”
Başdurak ve Şadırvanaltı Camiilerin arasında kestane pazarı olarak bilinen bölgede inşa edilmiştir. Kemeraltı Camii ve Hisar Camii ile Kemeraltı’nda bulunan en önemli tarihi camiler arasında yer almaktadır.
Şadırvanaltı Camii (Şadırvan Camii)
Cami 82 Sok. No: 14 Konak adresinde bulunmaktadır. Camiinin girişindeki camii ile ilgili bilgilere göre, inşa kitabesi bulunmadığı için kesin olarak hangi tarihte ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak bazı kaynaklarda Bıyıklı Oğlu Mahmut tarafından M. 1636-1637’de inşa ettirildiği belirtilmektedir. Yangın geçiren camii 1815 yılında ikinci kez yaptırılmıştır.
Bir çarşı camii olan ve altında kapalı çarşı bulunan camii ikinci kat üzerine inşa edilmiştir. Taş ve tuğla malzemenin bir arada kullanılarak inşa edildiği yapı, abidevi şekilde büyüktür. Harim mekanını (namaz kılınan büyük kubbenin altı) “U” şeklinde kadınlar mahfili çevirmektedir. Mihrap önünde sekiz büyük sütuna dayanan kubbe bulunmaktadır.
Caminin batı bitişiğinde kütüphanesi bulunmaktadır.
Günümüzde mevcut olmamakla birlikte Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’ne göre kitabesi bulunmaktadır. (İTO-Kemeraltı s.45)
Şadırvan Camii Kütüphanesi
1836 yılında Bıyıklı Süleyman Paşa tarafından yaptırılmıştır. Camiye adını veren şadırvan üzerinde yer alan kütüphane binası altta iki bitişik sütunlardan sekizinin meydana getirdiği, sekiz ayak üzerinde bulunmaktadır. Kütüphanenin alt kısmı kubbe, kemer ve kemer alınlıklarında kalem işi süslümeler bulunmaktadır. Kıble yönündeki merdivenlerden hem kütüphaneye hem de camiye çıkılmaktadır. Önünde çapraz tonozlu girişi, karşısında da caminin yan girişi bulunmaktadır (Camideki bilgilerden yararlanılmıştır.)
Hisar Camii
Caminin içi:
904 Sok. No: 52 Konak adresinde bulunan cami, Aydınoğulları soyundan gelen Özdemir oğlu Yakup Bey tarafından 1597-1598 yıllarında yaptırılmıştır. Ortada merkezi büyük kubbeli ve iki yanda ikişer kubbeli, uzunlamasına plan tipine sahiptir. Merkezi kubbe, sekiz adet fil ayağın üzerine oturmaktadır. İkinci son cemaat yerinin olduğu bölüm beş adet kubbeye sahiptir. Son cemaat yeri ise revaklarla dışa açılmış, yedi kubbelidir. Yapı güney ve batı cephelerden payanda kemerleri ve payanda duvarları ile desteklenmiştir. Yapıda yoğun bir şekilde alçı süslemeler yer almaktadır. Camii İzmir camilerinin en büyüğü ve en eskilerinden olup, avlusunun küçüklüğü hacmi ile tezat oluşturmaktadır (Camiinin girişindeki camii ile ilgili bilgilerden).
Camiinin batı duvarları Kızlarağası Çarşına bitişiktir. Liman kalesinin yıkıntıları üzerine yaptırıldığının üzerinde durulmaktadır. Bu Liman Kalesi (Aşağı Kale, Hisar Kalesi, Ok Kalesi) 1231-1235 yılları arasında iç limanın ağzında yaptırılmıştır. Caminin adı da İç Liman Kalesi’nin aşağı kapısı önünde bulunduğundan ötürü Hisar Camii olmuştur.
Kızlarağası Hanı’ndan Hisar Camii’nin kubbe ve minaresinin görünüşü:
Anafartalar caddesi (o zamanki Kemeraltı Cad.) hem gezinti hem de yükleme ve boşaltma gibi liman faaliyetleri için kullanıldığı için Hisar Camii’nin bulunduğu yöre liman kalesi ile liman fonksiyonu görüyordu. Bu bağlamda, Hisar Camisi yöresi Kemeraltı’nın ticari hayatında önemli bir yer oynamıştır (İzmir Ticaret Odası-Kemeraltı, s.18).
İzmir ve çevresindeki varlıklarının Roma Dönemi’ne kadar uzandığı iddia edilen Yahudilerin, 16. Yüzyıla kadar kentte sayılarının az olduğu anlaşılmaktadır. 16. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren engizisyon ve üzerlerindeki baskılar nedeniyle İspanya ve Portekiz’den gelen göçlerle Manisa ve Tire’ye göç eden Sefarad Yahudilerinin yer değiştirmesi ile İzmir’de bir Yahudi cemaati oluşmuştur. İlerleyen yıllarda Selanik, Ankara, Balkanlar, Akdeniz adalarından gelen Filistinli Yahudiler ve Portekiz’den gelenler bu cemaati büyütür. 19. yüzyıldan itibaren de İspanya’dan Portekiz’e geçmiş olan fronko ailesi Portekiz’den Anadolu’ya ve İzmir’e gelirler.
Hep bir arada yaşamayı tercih eden Yahudilerin İzmir’deki gözde mekânı Havra Sokağı ve Basmane olur. Havra sokağı, İzmir’in Juderia (Juderia, İspanyolca kökenli bir sözcüktür. Yahudilerin olduğu yer anlamına gelmekte ve Yahudi bölgesini ya da Yahudi muhitini tanımlamaktadır.) olarak bilinen bölgenin can damarıdır. Sokağa adını veren havralardır. İzmir’de Cumhuriyet’in ilk yıllarında bütün sokaklara numara verilmiş, Havra Sokağı’na numara verilmek istenmesine rağmen havraların burada yoğunlukta olması nedeniyle ismi değiştirilmemiştir. 19. yüzyıl sonlarında kaşer ( helal şarap) üretim yerlerinden biri olan Havra Sokağı, aynı zamanda hatırlı sayıda meyhaneyi de barındırmaktaydı. Yine Cumhuriyet’in ilk yıllarında adı Türk Pazarı Sokak olarak değiştirilse de bu isim de benimsenmemiş ve eski adın kullanılmasına devam edilmiştir.
Meyve, sebze, balık, peynir, turşu almak için müdavimler bu sokağa gelirler.
İzmir Yahudileri, 19. yüzyılın ikinci yarısında yeni yerleşime açılan Karataş ve çevresine yerleşmeye başlar. Bu bölgede oluşan Yahudi mahallesi, İkinci Juderia olarak anılır. Bet İsrail Sinagogu, Karataş Hastanesi, Asansör ile çok sayıda kortejo (Yahudilerin bir arada oturdukları ev veya evlerin topluluğu) inşa edilmiştir. (İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk, s. 35)
Yahudilikte ibadet, mabet merkezlidir. Bu mabet Hz. Süleyman tarafından yaptırılan Kudüs’teki mabettir. M.S. 70 yılında bu mabet tamamen yıkıldığından Tevrat’ta emredilen ibadetlerin bir kısmı askıya alınmıştır. Bugün günlük ibadetler, mabedi temsil ettiğine inanılan sinagoglarda yapılır. Sinagoga bazı yerlerde havra denir. Sinagog, Yunanca kökenli bir kelimedir. Havra’nın bugünkü İbranicedeki karşılığı Hevra (topluluk)’dır. Yahudilikte 3 vakitte dua vardır, dualar sabah güneş doğduğunda, öğleyin güneş tam tepede olduğunda ve akşam güneş battığında yapılır.
İbranice’de sinagoga “bet ha knesset” denir. “Toplanma evi, cemaat evi” gibi anlamlara gelen bu kelime Müslümanlardaki “cami” kelimesinin karşılığıdır. İbadet yeri olarak sinagog, Kudüs’teki mabedin yıkılmasından sonra yaygınlık kazanmıştır.
M.S. 5. Yüzyıla ait Yahudilere özgü bir yağ kandili, İzmir’deki Yahudi varlığının Bizans döneminden itibaren mevcudiyetine işaret eder.
İzmir’de bulunan havralar Namazgâh Semti’ne bitişik bir alanda yoğunlaşmıştır. “Havra Sokağı” adını Kemeraltı’ndaki 927 sokak çevresindeki sinagogların yoğunluğu nedeniyle almıştır. Buradaki havralar eski tipte, merkezi sistemde yapılmış olup, salon ortasında dört sütun bulunur, okuma ortada yapılır.
Aşağıdaki kroki Kemeraltı’nda yoğunlaşmış sinagogları göstermektedir (Bet Hillel Sinagogu’nda bulunmaktadır):
Bet Hillel Sinagogu
Sinagog’un dışı:
Sinagog’un içi:
Sinagog, İzmir Yahudi Cemaatinin en önemli din bilginleri olan Haham Hayim Palaçi ve oğlu Avram’ın evinde kurulmuş olup, bahçesinde din okulu (bet midraş) bulunurdu. Bütün havralarda bet hilelde olduğu gibi bet midraşlar bulunur. 1841 de havra yanmış, mirasçıları duayı kendi evlerinde yapmışlar ve yeni havra için ciddi izinler almışlardır. Sinagog, Güzelyurt, 920 Sokak No: 23 Kemeraltı adresindedir. Hayim Palaçi’nin Bet Hillel Sinagogu’nda yazdığı 70 adet kitap hala dünyada dini eğitim veren okullarda okutulmaktadır. Hayim Palaçi’ye Sultan Abdülmecit kadılık yetkisi vermiştir. Yahudilerdeki kadılık Yahudiler arasındaki ihtilaflara bakarken, Hayim Palaçi’ye verilen yetki Osmanlı’daki normal bir kadı yetkisidir. O dönemde bu Sinagog’da İzmir’e ilişkin hukuki konular konuşulurmuş. Hayim Palaçi’nin kitapları Kudüs’teki Yeşiva (din akademisinde)’da okutulmaktadır. İzmir’e dini açıdan küçük Kudüs denmektedir. Palaçi’nin Mezarı İzmir-Gürçeşme’dedir.
2006 yılında yanan sinagog, 2015 yılında restore edilmiş, Hayim Palaçi Anı Evi olarak düzenlenmiştir.
Portekiz Sinagogu
Kemeraltı’ndaki tarihi sinagoglardan biri olan bina günümüzde kültürel etkinlikler için kullanılmakta olup, Güzelyurt 926 Sok. No: 44’de bulunmaktadır. 17. yüzyılda var olduğu bilinen altı adet sinagogdan biri, aynı zamanda da kentin en büyük sinagogudur.1569 yılında Kuzey Afrika ve Portekiz’den göç eden Portekiz asıllı Yahudiler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir.
1665 yılında Sabetay Sevi’nin İzmir’e dönüşü ile yaşanan olaylarda Portekiz Sinagogu önemli bir yer tutmuştur.
Mermer sütun ve alınlıkla inşa edilmiş görkemli bir girişi olan sinagog, deprem ve yangınlarla birkaç kez yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Ege Genç İş Adamları Derneği tarafından Sosyal ve Kültürel Etkinlikler Merkezi olarak kullanılmaktadır.
Kemeraltı, Güzelyurt, 937 Sokakta bulunan ve kentin ilk sinagogu olduğu kabul edilen Etz Hayim Sinagogu’nun (Havra Sokağı’na en yakın sinagogdur) adı hayat ağacı anlamına gelmektedir. Etz Hayim adı genel bir addır. Romaniyotlara ait sinagoglara Etz Hayim, Roma ve öncesi döneminde Anadolu’ya gelen musevilere de Romaniyot denmektedir.
Roma öncesinde, MS 70 yılında ağlama duvarı yıkılınca Yahudiler burada istenmemiş, B. İskender döneminde Yahudiler Anadolu’ya köle olarak satılmıştır. Yahudiler Anadolu’ya yerleşince büyük işler yapmışlardır.
Diğer taraftan Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Hristiyan olmak isteyenlerin önce Yahudi olması gerektiğinden havari Poul Anadolu’da cemaat kurmak için Yahudilerden devşirme yapmıştır.
Romaniyotlar bilahare İspanya’dan gelenler ile kaynaşmışlardır.
Aydınoğulları’nın İzmir’i aldıktan sonra ibadetlerini Etz Hayim’de yaptıklarına ilişkin görüşler mevcuttur. Aydınoğulları İzmir’e geldiklerinde İzmir Bizanslıların elinde idi ve bol kilise vardı, ancak Romaniyot Yahudilerinin ise havraları vardı, gelen askerler dua etmek için bir yerde toplanmak istemişler, duvarlarında resim ve ikonlar bulunmadığı ve kendilerini daha yakın gördükleri için kendi camilerini yapıncaya kadar Etz Hayim’i mescit olarak kabul ettikleri kabul edilmektedir.
Aynı adı taşıyan diğer sinagoglar gibi Bizans dönemine ait olduğu ileri sürülmektedir. Birçok yangında zarar görmesi nedeniyle tekrar tekrar inşa edilmek zorunda kalır. 1841 yılındaki yangından sonra Daniel Sidi adındaki hayırsever tarafından restore edilmiş ve daha sonra 2021’de son restarasyonu bitmiş ve günümüzdeki halini almıştır.
Zemin katı yığma taş, üst katı ise ahşap karkas olarak inşa edilmiştir. Sinagogun tavanları çeşitli ayet ve yazılarla süslenmiştir. Teva’sı merkezden kutsal kitabın muhafaza edildiği bölüm olan Ehal’in yanına taşınmıştır. Teva (2), Yahudilerin Portekiz’den Osmanlı ülkesine gelirken kullandıkları kadırgaları andıran platformun üzerinde yer almaktadır. İbadete açık olmayan sinagogda 2019 yılından beri restorasyon çalışmaları devam etmiş ve 2021 yılında tamamlanmıştır. Sinagogun alt katı sergi salonu olarak kullanılmakta, üst katında ise gösteriler yapılmaktadır.
927 Sokak No: 38 Konak’ta bulunan sinagog 1600’lerde yapılmıştır. Sabetay Sevi’nin burada eğitim aldığı söylenir. 1841 yılındaki İzmir yangını bu sinagogun önünde durmuş ve orada sönmüştür. Kapısında bu olayı anlatan bir yazı vardır. Şalom Sinagogu’nun 1620’li yıllardan itibaren Büyük Hahamlığını yapan Josef Eskapa, 1648 yılında İzmir Yahudi Cemaati’nin lideri durumuna gelmiş, Sabetay Sevi’ye eğitim vermişse de Sevi’nin kendisini Mesih ilan etmesinin ardından İzmir’den kovulmasına ön ayak olmuştur. Tulumbalı Havra adıyla bilinen sinagog, 1930’larda Aydın’dan gelen Yahudilere tahsis edilmesi nedeni ile Aydınlılar Havrası olarak da anılır. Sinagogun içi, kalem işleri ile bezenmiş tavanları, duvar diplerinde sedirleri ile tipik bir Türk evini anımsatır. Sinagogun Teva’sı (2), Yahudileri 15. yüzyılda İspanya’dan getiren Osmanlı kalyonlarından esinlenerek yapılmıştır. Filistin’e de yerleşen Sefarad Yahudileri Mavi Havralar adıyla anılan havralar kurmuş olduklarından Şalom Sinagogu’nun mavi renkleri Safed (İsrail’de dindar Musevilerin öne çıktığı bir şehir) havraları ile bağlantısı ile anlam kazanır.
Dünyada ikinci bir örneği olmayan aynı avluya bakan dört ayrı sinagog, dört bitişik sinagog Kemeraltı’nda 927 Sokakta bulunmaktadır. Bunlar, Sinyora (Giveret), Forasteros, Algazi ve Hevra (Talmut Tora) sinagoglarıdır.
Sinyora (Giveret) Sinagogu
927 Sokak No:77 Konak adresindedir. 16. yüzyılda yapılmıştır. Bazı kaynaklarda 17. yüzyılda inşa edildiği belirtilmektedir. Sinagogun kurucusu olan Giveret ya da La Sinyora lakabı ile bilinen Gracia Nassi’den dolayı isminin Sinyora olduğu belirtilmektedir.
Gracia Nassi, Osmanlı sarayında önemli bir mevkiye gelmiş olan Yosef Nasi’nin teyzesidir. Sinagog 1841 yangınında tamamen yok olmuş, Kudüs’ten gelen hayırsever Mois Bengiyat Yeruşalmi’nin katkıları ile yeniden inşa edilmiştir. İç mekân süslemeleri ve yüksek duvarlarla çevrili yemyeşil avlusuyla kentin en güzel havralarından biridir. Ziyarete açıktır. Havra olarak kullanılmamaktadır.
Yukarıda söz konusu sinagogun içi görülmektedir (İzmir Ticaret Odası’nın “Kemeraltı” adlı kitabından):
Forasteros Sinagogu
927 sokak No:75’te bulunan ve aynı avluya bakan Sinyora Giveret, Hevra, Algaze sinagoglarının gizlediği; dışarıdan bakıldığı zaman sadece kepenkleri görünen ve sözlük anlamı ‘yabancılar’ demek olan Forasteros Sinagogu, Sinyora (Giveret) Snagogu’nun hemen bitişiğindedir. Ancak hakkında pek bilgi bulunmamakta olup ve yapım tarihinin 17.yüzyıl olduğu tahmin edilmektedir.
Sinagoglar içindeki kutsal varlıklar (Ehal, Teva, kutsal kitaplar gibi) sayesinde kutsal sayıldıkları için eğer içleri boşaltılırsa kutsallıklarını yitirdiklerinden bu sinagogun içinin boşaltılmış olması nedeniyle kutsallığını yitirmiş ve burası maalesef bir tavukçuya kiralanarak, tavuk kesim ve satım yeri olarak kullanılmıştır.
Ora Hayim “Hayat Işığı” anlamına gelen Foresteros Sinagogu’nda 19 sefer Torah (Kanunların yazılı olduğu metin, Tevrat) bulunduğu için yabancı Museviler tarafından inşa edildiği bilinmektedir (İTO. Kemeraltı- Sh. 51).
Algazi Sinagogu
927 Sokak N:38 Konak adresinde bulunan Sinagog, 1724 yılında Algazi ailesi tarafından yaptırılmıştır. Algazi ailesi, İzmir’de yüzyıllar boyunca hem önemli din adamları hem de Klasik Türk Müziği ustaları yetiştirmiştir. Bet Israel Sinagogu’ndan sonra en büyük sinagogdur. İki katlıdır. İkinci kat kadınlar içindir. Musevilerin dini bayramlarında ve her Cumartesi ibadete açıktır.
Sinagogla ilgili diğer bir görüş ise buranın daha çok daha önce var olduğu, hatta 1666 yılında Sabetay Sevi buraya da geldiğine ilişkindir. Tarihi kitabeler, 1841 büyük yangını sonrasındaki yenileme ya da önemli onarım tarihlerini göstermektedir.
Zemin ve tavan döşemeleri ahşap olan Algazi Sinogogu, yığma taş olarak inşa edilmiştir.
Yukarı Sinagog olarak bilinen Sinagogun Teva’sı ana ibadet mekanının merkezinde yer alır. İbadethanenin kadınlar bölümü, söylentiye göre bir ibadet sırasında genç bir kantorun (hazan) (3) bir bayana göz kırptığının görülmesi üzerine yıktırılmış ve bir daha inşa edilmemiştir.
Hevra (Talmut, Tora) Sinagogu
927 Sok. N:4/7 Konak adresinde olup, kapalıdır. La Hevra Sinagogu’nun çok eski metinlerde geçen ismi Talmut Tora’dır (4). 17. yüzyıldan kalmadır. Birkaç kez yıkılıp yansa da tekrar inşa edilmiştir. Ancak, 1841 yangınında sonra uzun onarılıncaya kadar yıllarca harap durumda kalır. Bir duvarı Algazi, bir duvarı da Los Foresteros Sinagoguna dayanır. Sinagogun Teva’sı Yahudileri İspanya’dan getiren Osmanlı kalyonlarından esinlenerek kalyon pruvası şeklinde yapılmıştır. Şu anda Tevası bulunmamaktadır.
Bir zamanlar büyük bir bahçenin içinde İzmir’in en büyük ve en güzel singoglarından biri iken, 1999 yılında terk edilmiş, tavanı çökmüş, bir iki sene içinde ne yazık ki günümüzdeki yıkık halini almıştır. 2021 yılında çatısı yapılmış olup halen toplantılar yapılmaktadır. Bu toplantıların amacı Musevi olamayan insanlara Musevilik ile bilgi vermek ve tüm sinagogları birleştirmek ve 9 sinagogu açık hava müzesi haline getirmektir.
(Makalemizin havralarla ilgili bölümü, İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk, İzmir Tarihi Kent Merkezi Kemeraltı Gezi Rehberi ve Türkiye Kültür Portalı ile çevrede yaptığımız incelemeler, yetkili ve ilgili kişilerden edindiğimiz bilgiler sonucunda yazılmıştır.)
Kapalı Çarşı
Kapalı Çarşı, Anafartalar Caddesi’nin Konak girişine yakın olan Veysel Çıkmazı’nda bulunmaktadır.
Çarşı esnafı ile yaptığımız görüşmede, çarşının 1865 yılında Fransızlar tarafından yaptırıldığı, ilk dönem kadın cezaevi (İmam Evi) olarak kullanıldığı (Osmanlı döneminde kadınlar cezavine “İmam Evi” denilirmiş. Tutuklu kalması gereken kadınların mahalle imamının gözetiminde, kadın hapishanesi anlamına gelen “imam evi”nde hapsolması yaygın bir uygulamaymış.) daha sonra da incir işletmesi ve Demokrat Parti’nin hizmet binası olarak kullanıldığı, yapıda kullanılan çeliklerin Konak Pier’de kullanılanlarla aynısı olduğu, bilgisi alınmıştır.
Yeni Şükran Oteli
Yeni Şükran Oteli’nden 1926 tarihli İzmir Rehberi’nde, içinde ünlü Şükran Lokantası’nın da bulunduğu, Hacı Hasan Oteli (Hanı) olarak bahsedilir.
İzmir Türk Ocağı, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Hacı Hasan Hanı pasajında faaliyet göstermiştir. Hacı Hasan Oteli böylelikle, İzmir’in işgaline karşı yürütülen çalışmalara da tanıklık etmiştir.
Otele 1941 yılına gelindiğinde ünlü lokantanın otele ismini verdiği görülür (İzmir Tarihi Kent Merkezi’ne Yolculuk, s.114).
49 oda, 80 yataklı Yeni Şükran Oteli ünlüleri ağırlamanın yanı sıra kimsesiz ve yalnız konuklarıyla, günümüz otellerinden farklı dekorasyonuyla kitaplara, belgesellere, minyatürlere konu olmuştur.
Otelde 2 yıl da kalan olmuştur, 30 yıl da…
Anafartalar Caddesi No.61’de faaliyette bulunmuş olan, Tarihi Kemeraltı Çarşı’nın 110 yıllık tanığı Yeni Şükran Oteli kapılarını geçici olarak kapatmıştır.
Halen restore edilmekte olan binanın üst katının yine otel olarak, alt katının ise iş yeri olarak kullanılacağı ifade edilmektedir.
Aşağıdaki fotoğraf restore edilmekte olan binanın dıştan görünüşüdür:
Kemahlı Hanı/Oteli
Kemeraltı, Anafartalar Caddesi No: 107 bulunan, bir zamanlar han ve sonrasında otel olarak kullanılmış bir mekandır.
19.yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilen han, adını hanın sahibi İzmirli üzüm tüccarlarından Kemahlı İbrahim Efendi’den almıştır. Yörenin cazip hanlarından olup çoğunlukla yağ, kuru meyve ve yağlı tohumların depolanması için kullanılmaktaymış.
20.yüzyılın ilk çeyreğinde arkasında yer alan Tellalbaşı Yeni Han ile birleştirilerek otel olarak hizmet vermeye başlamış. Otelin alt katında Kemahlı Kıraathanesi ile çeşitli dükkânlar, üst katında ise 34 adet otel odası bulunuyormuş.
Giriş kapısının üstünde yer alan kitabede ‘Maşallah’ ve ‘1321’ (Miladi 1905) yazılıdır. Geniş bir beşik kemerle vurgulanan geçit ve avlu cephelerinde bulunan ahşap işçilikler dikkat çekmektedir.
Kemahlı Oteli günümüzde yeniden restore edilerek bu kez çarşı haline getirilmiş. Orijinalliğinin korunmasına özen gösterilmiş dış cephesi, yoldan geçenlere hanın eski günlerini anımsatmaktadır (Erol Şaşmaz).
Abacıoğlu Hanı
Anafartalar caddesi No: 226’da bulunan Abacıoğlu Hanı, 18. yüzyılın başlarında Hacı Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır. Vakıf kayıtlarında hanın dokuz odalı ve yedi alt mahzenli bir han olduğundan bahsedilmiş, ancak günümüze hanın kuzeydoğu ve güneybatı kanatları ulaşmıştır.
Han’ın ağaçlı geniş avlusunun çevreleyen iki katlı renkli mekanlarında 1920’li yıllardan beri nesilden nesile ticaret yapmayı sürdüren esnaflar ile restoran ve kafeler bulunmaktadır (İzmir Tarihi Kent Merkezi Kemeraltı Gezi Rehberi-s.21)
Renovasyonu Konak Belediyesi tarafından yapılan Abacıoğlu Hanı 2007 yılında “Tarihe Saygı / Yerel Ödülü”ne ve 2011 yılında da Avrupa Mimarlık Yarışması’nda en iyi 30 mimari yapı arasına girerek Philippe Rotthier Avrupa Mimarlık ödülüne layık görülmüştür.
Han içinde herkesin yararlanabildiği bir kitaplık da bulunmaktadır.
Piyaleoğlu Çarşısı
Anafartalar Caddesi No:244’te bulunan Piyaleoğlu Çarşısı, Abacıoğlu Hanı’nın komşusudur.
18.Yüzyılın ilk yarısında yapıldığı düşünülmektedir. Handa özellikle taşradan mal getiren köylüler konaklamaktaymış. Han bir süre Arap Hanı’nda olduğu gibi garaj olarak hizmet vermiş (Erol Şaşmaz).
Arap Hanı
Anafartalar Cad. No: 260’da bulunan Arap Hanı’nın kitabesinin bulunmaması nedeniyle 19. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Hanın içinde, aynı yüzyılın sonlarında Yahudice yayımlanan Esperans gazetesinin matbaası da bulunmaktaymış (İzmir guide).
Han esnafı tarafından Han’ın önce esir pazarı (Arap Hanı adının oradan geldiği söylenmektedir), şehirler arası otobüs garajı ve ardından sebze pazarı olarak kullanıldığı ifade edilmiştir. Önceleri ayakkabı imali ve satışında uzmanlaşmış ticarethaneler bulunmakta iken, halen ve 1965’ten bu yana manifatura işleri ile ilgili dükkanlar bulunmaktadır. Hanın giriş cephesi iki avlu kanatları ise tek katlıdır ve girişindeki kemeri çok gösterişlidir. Hanın içinde bir de mescit bulunmaktadır.
Arap Hanı’nın üstü önceden açık iken sonradan örtülmüştür.
Halimağa Çarşısı
Halimağa Çarşısı Kemeraltı’nda 871 ve 861 no.lu sokaklarında bulunan çarşı olup, Ahmet Ağa Camisi ile Hisar Camisi arasında yer alan bölgedir. Kızlarağası Hanı ile Çakaloğlu Hanı da bu bölgenin içindedir.
Kızlarağası Hanı
1700’lü yıllarda yaptırılan ve Kemeraltı’nın gözde hanı olan Kızlarağası Hanı şehir merkezinin tam ortasında kervan yollarının son durağı ve yabancı tüccarların bürolarına ve liman yapılarına yakın durumdaydı (“Kemeraltı” adlı kitap s. 18)
İzmir’deki hanların en büyüğü ve en görkemlisidir. Osmanlı hanları arasındaki en özgün hanlardandır. Kızlarağası Hacı Beşir Ağa’nın yaptırdığı han İzmir Liman Kalesi’nin hemen arkasındadır, 1744 yılında inşasına başlanır ve 1745 yılında tamamlanır. Vaktiyle deniz kenarında inşa edilen han zamanla denizin dolmasıyla sahilden 200 metre uzakta kalmıştır.
Aşağıdaki resim Kızlarağası Hanı’nın deniz kenarındaki durumunu göstermekte olup, kizlaragasihanı.com.tr’den alınmıştır:
Osmanlı hanlarıyla başlıca benzerliği, çarşılı ve avlulu hanlar düzeninde olmasından ibarettir. Kare bir forma sahiptir. Han 2 katlı, 4000 m,2 dikdörtgen planlı, kuzey bölümdeki bedestenleri tek katlı, 600 m2 avlusu olan görkemli bir yapıdır.
Hanın bedestenleri: Cevahir, Bakır ile Çuha Bedestenidir.
Hanın üst katında 73 oda bulunmakta ve bu odalar konaklama amacıyla kullanılmıştır. Odalar ahşap tabanlı, ocaklı, nişli, bodrumlu şekilde düzenlenmiştir. Odaların içinde yer döşekleri, toprak lazımlık, testi, kandil, tütün lülesi gibi araç ve gereçler bulunmaktaydı. Hanın zemin katı depolama ve ticaret amacıyla kullanılırdı. Hana inen kervanların yükleri burada boşaltılır, ihraç edilmek, dükkanlarda satılmak veya depolanmak üzere ayrılır, alışverişler yapılırdı. Yükleri indiren deve, katır, eşek, at gibi kervan hayvanları yükleri ile girdikleri han avlusuna yüklerini indirdikten sonra burada kalırdı. Hanın kapıları bütün hanlarda olduğu gibi kapanırdı.
Önünde Büyük Vezir Han gibi olumlu bir örneğin bulunması hanın yapılmasına sebep olmuştur.
(Büyük Vezir Han, İzmir kentinin en görkemli hanı olarak, inşaatının tamamlandığı 1675 yılından yanarak yok olduğu 1922’ye kadar hep ön planda kalan bir yapıydı ve yapımı iki yıl kadar sürmüştür. Yapının 1922 yangınıyla ahşap kısımları tamamen yanmış, kalan kısımları da daha sonra belediye tarafından yıktırılmıştır. Kemeraltı Hanları-Vehbi Mogol)
Kızlarağası Hanı’nın zamanında ticari açıdan İzmir’in en merkezi yerine liman ağzına yapılmış olması hanın ne denli önemli bir işlevi yüklendiğinin göstergesidir. 1778 yılında ticari kapasitesinin zirvesine ulaşmıştır. 19. yüzyılın son çeyreğine kadar yüz yıl süreyle bu parlak dönemini sürdürmüştür.
Yukarıdaki bilgilerin kaynağı hanın ana girişindeki aşağıdaki Osmanlıca kitabedir:
Halimağa Çarşısı’ndan Hisarönüne giden 871 Sokak üzerinde Hisar Cami’nin arka
tarafındaki hanın giriş kapısına nazaran sağ duvarına inşa edilmiş Kızlar Ağası Çeşmesi bulunmaktadır. (Melek Göregenli, Kemeraltı, s.52)
Eski iç limanın ağzına inşa edilen Kızlarağası Hanı iskele olarak da kullanılmıştır (Tarihi Kent Merkezine Yolculuk s. 140)
Çakaloğlu Hanı
İzmir Halimağa Çarşısı’nda (Kasap Hızır Mahallesi), 895 ve 861. sokaklar arasında bulunan Tarihi Çakaloğlu Hanı’nın kuzey cephesindeki girişin doğu ve batı yanlarında yer alan çeşme ve sebil üzerinde 1805–1806 tarihlerinin bulunması yapının bu tarihlerde, III. Selim’ in padişahlığı döneminde inşa edilmiş olduğunu göstermektedir. Kemeraltı’nda, Kızlarağası Hanı’nın hemen yanında yer alan 18. yüzyıl Osmanlı eseri, kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmış olan han dikdörtgen planlı olup, ortada bir koridor ve bunun iki yanında her kenarda dokuzardan on sekiz odadan meydana gelmiştir. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı bir yapıdır (izmirguide.com)
Yukarıda Çakaloğlu Hanı’nın içi görülmektedir.
Çakaloğlu Hanı, 1922 Büyük İzmir Yangını’nın izlerini hala taşımaktadır.
Aşağıda fotoğrafı yakından çekilen çeşmenin kitabesinde Kuran’dan bir ayeti resmediliyor, yedi uyurlar ve Kıtmir anlatılıyormuş (Erol Susup’tan)
(Çeşmenin yalağındaki çöpler maalesef utanç verici)
Selvili Han
Türü kervansaray olan han Osmanlı yapısı olup, 17.veya 18. Yüzyıl yapımı olduğu düşünülmektedir. Plan ve düzen bakımından İzmir’deki birçok handan farklıdır ve özellikle çatı örtüsü ile dikkat çekmektedir.
Fevzi Paşa Bulvarı üzerinde Mirkelamoğlu Hanının batısındadır. Fevzi paşa bulvarının açılması sebebiyle yapının bir kısmı yıkılmıştır. Avlulu, ikinci katı asimetrik bir plana sahiptir. Hana güneybatıda bulunan kapıdan girilmektedir. İnşa malzemesi taştır. Yapının kitabesi yoktur. Yapı bulunduğu konum, inşa malzemesi ve plan özellikleri bakımından XVII. yüzyıl sonu XVIII. yüzyıl başlarına tarihlendirilmektedir (Bozkurt Ersoy, İzmir Hanları, s.14).
1940’ların başında Fevzi Paşa Bulvarı’nın nihayete erdirilmesi için hanın bir bölümü yıkılmıştır:
Büyük Karaosmanoğlu Hanı
Fevzi Paşa Bulvarı üzerinde ve aynı bulvara açılan 913 ve 914 sokaklar arasındadır. Batısındaki Mirkelamoğlu Hanı ile bitişiktir. Avlulu ve ikinci katı revaklı yapı dikdörtgene yakın bir plana sahiptir. Kitabesi olmadığı gibi inşa tarihini veren bir belgeye de rastlanılmamıştır. Ancak yapının adına 1850 yılına ait bir planda rastlanılması nedeniyle yapının bu tarihten önce yapıldığı kesindir. İkinci katta yapılmış bir mimari tasvir bu yapının batılılaşma dönemi içinde yani 18. Yüzyıl içinde yapılmış olabileceğini düşündürtmektedir (Melek Göregenli; Kemeraltı, s.59).
1940’ların başında Fevzi Paşa Bulvarı’nın nihayete erdirilmesi için bu Hanın da kuzey bölümü yıkılmıştır:
Mirkelamoğlu Hanı
914 Sokak, numara 12’de, Kemeraltı’nda Kasap Hızır mahallesi olarak bilinen bölgede yer almaktadır. Kuzeyinde Fevzi Paşa Bulvarı, doğusunda Büyük Karaosmanoğlu Hanı, batısında Selvili Han bulunmaktadır. Avlulu ve ikinci katı revaklı yapı dikdörtgene yakın asimetrik planlıdır. Yapıda inşa malzemesi olarak, düzgün kesme taş, kaba yontulmuş taş ve tuğla kullanılmıştır. 1780’l yıllarda Mirkelamoğulları adlı bir ailenin İzmir’de yaşadığı ortaya çıkarılmıştır (Melek Göregenli, Kemeraltı, s.59, Bozkurt Ersoy, İzmir Hanları s.27).
Söz konusu şadırvanları isim olarak sayarsak; Hisar Camisi Şadırvanları (camii avlusu dışında, iki adettir), Kestane Pazarı Şadırvanı (Zahireciler Çarşısı içindedir), Şadırvanaltı Camisi Şadırvanı (yazımızda bahsedilmiştir), Ali Paşa Meydanı Şadırvanı (bir cami ile ilişkili değildir), Başdurak Şadırvanı (Başdurak Camii’nin doğusunda yer alan meydanın ortasındadır (Melek Göregenli, Kemeraltı, s.53).
Aşağıda Ali Paşa Şadırvanı, diğer ismi ile Hacı Salih Paşa Şadırvanı görülmektedir.
Günümüze ulaşan ender şadırvanlardan biri olan Ali Paşa Şadırvanı bulunduğu meydana adını da vermiştir. Bir cami ile ilişkisi olmayıp,1828 yılında doğma, büyüme İzmirli olan Şam Valisi Hacı Salih Paşa tarafından yaptırılmıştır. Adını verdiği meydanın tam ortasında olup sekizgen plana sahiptir. Osmanlı çarşılarında büyük meydanlar bulunmamaktadır. Ali Paşa meydanı Kemeraltı’nda planlanarak yapılan ancak çok büyük olmayan ilk meydandır.
Hamdi Dalan Tarihi Sabun Fabrikası
Konak İlçesi, Ahmetağa Mahallesi, 863 ve 864 no.lu Sokakların kesiştiği yerde bulunan ve artık koruma altında bulunan 366 metrekarelik parsel alanına sahip ve Hamdi Dalan tarafından 1941 yılında sabun fabrikası olarak kurulan tarihi binadır. Üretim yapılan yıllarda fabrikada pirinalı sabun üretimi yapılmıştır. Taş ve tuğladan üç kat olarak inşa edilmiştir. Zeytinyağının öyküsünü anlatacak butik müze yapılması planlanmıştır (visitizmir)).
Hamdi Dalan Sabun Fabrikası’nın şu andaki dıştan görünüşü:
İzmir’in Hisarönü bölgesinde yer alan belediye binası 1891 yılında yaptırılmıştır. 1893 yılında buraya taşınan belediye, daha önce Kordon’da bulunmaktaydı. 19. yüzyılın sonlarına kadar iki ayrı belediye ile yönetilen İzmir, Halil Rıfat Paşa’nın valiliği sırasında tek bir yapı olarak birleştirilmiştir. Bu binada ilk görev yapan belediye başkanı Helvacızade Emin Bey olmasına rağmen, iki belediyenin birleştirilmesiyle birlikte yapılan seçimlerde Evliyazade Hacı Mehmet Efendi, birleştirilen iki belediyenin tek başkanı seçilmiştir.
Uzun yıllar belediye hizmetlerine ev sahipliği yapan bina, ulusal mücadele zamanlarında İzmir Müdafaa-i Hukuk teşkilatının İzmir’deki merkezi olmuştur. 1970’li yıllarda belediyenin buradan taşınmasından sonra boşaltılmış ve 1991 tarihinde T.B.M.M. Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devredilerek T.B.M.M. Vakfı tarafından koruma altına alınmıştır.1995 yılında tamamlanan restorasyondan sonra 1995 yılında T.B.M.M. Parlamenterler Evi olarak hizmet vermiştir (egemeclisi.com).
30 Ekim 2020’de yaşanan depremden sonra İ.B.B. başkanlık makamı buraya taşınmıştır.
Bütün yönleri ile ele alınması durumunda bir kitap kapsamında olmasına karşın yazımda, Bayraklı’da kurulduktan sonra Kadifekale (Pagos) ile birlikte o dönem iç liman olması nedeniyle eski Smyrna’nın bugünkü İzmir kentinin bulunduğu yere taşınmasında etken olan ve Efes antik kentinden sonra ikinci büyük kent haline gelen Smyrna’nın önemli bölgesi Kemeraltı’nı ve içindeki bazı yapıları kısa olarak anlatmaya çalıştım.
Milattan önce 400’lü yıllardan günümüze değin coğrafi ve ticaret alanı olarak önemli bir yere sahip olan ve Kemeraltı bölgesi önce doğal liman/iç deniz, sonra da açık hava pazarı ve kütüphane, opera ve bale binası, sinemalar, hanlar, bedestenler, arastalar, camiler, sinagoglar, depo yapıları, oteller, çeşmeler, kahvehaneler, lokantalar ve her türlü üretimin yapıldığı atölyeler ile Büyük İskender (Helenistik) döneminden başlayarak, Roma, Bizans, Ceneviz, Venedik, Aydınoğulları, Latinler ve Timur ve son olarak da Osmanlıların egemenliğine girmiştir. Kemeraltı, belki de dünyanın en eski ve en büyük açık hava alışveriş merkezi olarak ve birçok ülkeden insanı kapsayan İzmir’in en önemli simgelerinden biridir.
Kemeraltı çok çeşitli ve renkli bir dokudur.
Kemeraltı’nın da dahil olduğu İzmir Tarihi Liman Kenti, halen Dünya Miras Geçici Listesi’nde olup, daimî listeye alınması için İzmir Büyükşehir Belediyesi, T.C. İzmir Valiliği, Konak Belediyesi, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İzmir Kalkınma Ajansı ve TARKEM başta olmak üzere İzmir’deki çok sayıda kurum çalışmalarını hızlandırarak sürdürmektedirler. Çalışma Grubu tarafından hazırlanmakta olan adaylık dosyasının Eylül 2022’de Turizm Bakanlığı’na sunulması amaçlanmaktadır. Turizm Bakanlığı’nın da dosyayı 2023’te, UNESCO’ya sunarak başvuruda bulunacağı beklenmektedir. Böylece İzmir Tarihi Liman Kenti’nin önemli bir parçası olan Kemeraltı da İzmir’in UNESCO Dünya Mirası alanı olarak tescillenecektir. İzmir Liman Kenti’nin Efes ve Bergama’dan sonra 3. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi kentimizin daha yaygın bir şekilde tanınmasını ve korunmasını sağlarken, doğal ve kültürel varlıklarının tüm dünya için önemli bir değer taşıdığı kabul edilecektir.
(1) Kitabelerin 3.000 – 3.500 yıl önce de örneğin Asur ve Urartular zamanında da olduğunu, kralların yaptırdıkları eserlere kitabe –yazıt- yazdırdıklarını biliyoruz
(2)Sinagoglarda mutlaka üç şeyin bulunması gerekir. Bunlar; aron hakodeş (Aşkenazların Aron Hakodeş, Sefaradların ise Ehal olarak adlandırdığı, Tora tomarlarının bulunduğu bölme,kutsal dolap), ner hatamid (devamlı yanan ışık) ve tevadır. Aron hakodeş, içinde Tevrat tomarlarının bulunduğu dolaptır, sinagogdaki mihrabı oluşturur. Ner hatamid, devamlı yanan bir ışıktır. Teva ise aron hakodeşin tam önünde yer alan kürsüdür. İbadet sırasında aron hakodeşten çıkarılan Tevrat tomarı, din görevlisi tarafından bu kürsüde okunur.
(3) Kantor ya da hazan (İbranice: חַזָּן ħazzān, Yidiş: khazn, Ladino: hassan), melodik duaları yöneten, şan sanatı konusunda eğitim almış Yahudi müzisyen ya da koro şefidir.
(4) Talmud (İbranice: תלמוד), Yahudi medeni kanunu, tören kuralları ve efsanelerini kapsayan dinî metinlerdir. Tora, Musevilikte önceleri Sözlü olan Tevrat’dır. Torah (Tora) günümüzde Yahudilerin Tevrat yerine kullandıkları isimdir.
Yani, Tevrat (Yazılı Torah), Talmud (Sözlü Torah) yani kanunların nasıl uygulanacağının sözlü ifadesidir. Talmud süreç içerisinde Tevrat gibi yazıya geçirildi ve buna Mişna dendi.
(5) Şadırvan: Farsça (Şad) = çok ve (Revan) = akar sözcüklerinden oluşmaktadır.