Van Gogh, sevdiğim ressamların başında geliyor. Lise yıllarında ressamların hayatlarına merak sarmıştım. Televizyonun hayatımıza girmediği yıllarda ressamların hayatlarını yazan kitapları bulup okur, ressamların albümlerine bakardım.
Goya, Van Gogh, arkadaşı Paul Gaugin, Touluse Lautrec, Utrillo… ilk aklıma gelenler. Klasik dönem ressamlarının tablolarını ezbere bilirdim. Van Gogh’un hayatı üzerine birkaç kitap okudum ve onu konu alan filmleri izledim. Nasıl olduğu bilinmeyen bir yaralanma neticesinde hayatını kaybetmişti.
Rönesans Dönemi ressamları, başta Rubens, Rembrant ilgimi çeken ressamlardandı. Hollanda da bu ressamların tablolarını yakından görme mutluluğunu yaşadım.
Ven Gogh ve arkadaşı Gaugin’in maceralı yaşamları İnegöl’de okuyan ve yaşayan birisi olarak, belki de farklı dünyalara açılan birer pencere oluyordu.
Van Gogh müzesine ancak 9 Eylül günü randevu alabilmiştik. Oğlum ertesi sabah beni Van Gogh’un köyüne götürdü.
Hollanda’nın Zundert kentinde 30 Mart 1853’te doğan ressam Van Gogh, Fransa’nın başkenti Paris’e 50 kilometre mesafedeki Auvers-sur-Oise’da 29 Temmuz 1890’da hayatını kaybetti.
Gittiğimiz köy, yani Nuenen oğlumun yaşadığı Eindhoven’in de bulunduğu Hollanda’nın güneyindeki Kuzey Brabant ilinde.
İlin merkezi s-Hertogenbosch’dur/Den boş. Eindhoven’a yaklaşık 75 dakikalık mesafede.
Vincent van Gogh,1883’ten 1885’e kadar burada yaşadı ve çalıştı.
Vincent van Gogh’un doğduğu Zundert’te yıkılmış bulunan evi yeniden yapılmış 2008’de burada Vincent’ın hayatını andıran bir müze ve galeri açılmış.
Köye girdik ve birbirine yakın iki markete gelenlerin kullandığı otoparka park ettik. Daha sonra köyü gezmeye başladık. Köy meydanındaki parkın böldüğü cadde birleşiyor ve köyün içine gidiyordu. Cadde üzerinde tarihi binalar yer alıyordu.
Cadde üzerinde Van Gogh ve nişanlısının evleri ayaktaydı. Caddenin sonunda bir anıt ağaç bulunuyordu.
Cadde üzerinde yürürken üzerlerinde bir nevi üniforma diyebileceğimiz kıyafet içinde +60’lık delikanlılar bisikletleriyle geçtiler. Bazılarını kilisede gördük.
Sokakta 150-200 yıllık evler ayakta duruyordu. Her taraf yemyeşildi. Parkta orkestralar ve gösteri yapanlar için bir sahne vardı.
Dolaşmamız bitince parktaki heykellere baktım. Ressamın bir heykeli ve ünlü tablosu Patates Yiyenler canlandırılmış.
Parkın karşısında tarihi bir kilise ve kilisenin civarında birkaç kafe vardı. Birisine oturduk. Bir şeyler yiyip içtik.
Daha sonra tarihi kiliseye gittik. Çok büyük bir yapıydı. Bahçesi mezarlıktı. Girdiğimizde kilisede tören bitmiş ama cemaat papazın etrafında toplanmıştı. Cemaat üyeleri +50’nin üstüydü.
Ziyaretimiz bitince marketlerden birisine girdik. Oğlum ihtiyaçlarını aldı. Markette hazır türlü malzemeleri ilgimi çekti. Birer patlıcan, kabak, biber gibi malzemeler aynı ambalajdaydı.