Düşüncelerini kağıda aktarmak insanı rahatlatır diye bir tez vardır psikolojide. Doğruluğunu Teksas Üniversitesi’nden Amerikalı psikolog Prf. Dr. James Pennebaker yaptığı araştırmalar ile kanıtlamış[1] . Nedenini de TDK sözlüğü ‘yazı’ nın tanımında şöyle açıklıyor aslında : ‘ Düşüncenin belli işaretlerle tespit edilmesi, yazma işi’[2] Demek oluyor ki yazmak düşüncelerimizi kağıda aktarırken aynı zamanda zihnimizi boşaltmaya da yardımcı oluyor, rahatlatıyor.
Gel gelelim tarihçiler Sümerler’in M.Ö 3200’lerde ilk kayda geçirdikleri yazının rahiplerle ilişkili olduğunu söylüyor. En eski Mezopotamya şehirlerinden Uruk’un IVb tabakasında bulunan kil tabletlerde, halkın Tanrıları için bıraktıkları armağanları kaydettiğini; bunu yaparken de bu armağanları ve bunları bırakan insanları unutmamak için hatırlatıcı semboller kullanıldığı bilinmektedir.[3] Sümerler piktogram (somut) ve ideogram (soyut) 2000 farklı simgeyi kullanmışlar[4]. İşin ilginç yanı Sümerce’nin Türkçe’ye benzemesi[5]
Yazının doğuşu elbette ki ihtiyaçtan olmuşken, bulunan bilgiler de iktisadi ve ekonomik değerler içeriyor. Sonrasında yazıyı bilen insan ihtiyacı ve istihdamı doğuyor ve ‘okul’ diye bir şey icat ediyorlar. Burada bildiğimiz anlamda ‘okulun babası’ denilen müdür veya profesör, ‘ağabey’ denilen öğretmenler ve belli başlı işlerden sorumlu kişiler görev dağılımı yaparak ‘öğrenci’lerine yazmayı öğretiyorlar. Günümüze değin uzanan bu sistemde öğrencilere basit günlük işlerde yaptıkları kil tabletlere geçirilmesi öğretilirken, arkeologlar dönemin günlük yaşantısının[6] şekline ait sayısız bilgi sahibi oluyorlar.
Hep söylerim; gittim, gördüm; kısa bir süre yaşadım. Kayseri denen memlekette ticaret, M.Ö. 2. bine dayanır. Yazının Anadolu’ya girişi ticaret sayesinde, M.Ö. 18. yy’da, ‘karum’ dediğimiz ticaret şehirlerinin Asurlu tüccarlarla yaptıkları alışverişin neticesinde geçmiştir. Kayseri Kültepe’de bulunan binlerce tablet ticaretin detaylarını ince ince sergilemekte[7].
Yazının bulunuşu tarihin başlangıcı sayılacak kadar büyük bir devrim kabul ediliyor. Uzun uzadıya tabletlerde yer alan semboller ise yerini daha kısa şekillerden oluşan ‘alfabe’ye bırakıyor ve hepimizin bildiği Yunan alfabesinin ilk harfleri alfa ve betadan alfabe sözcüğü türetiliyor. Sümer, Mısır, Akad, Fenike, Hitit ve Yunan alfabeleri birbirinden aldıklarını kendi kültürleri ile pekiştirerek sürdürüyor. Oysa basit anlamda alfabe dediğimiz, sözcüklerin ağzımızdan çıktığı şeklin sembolleşmesi, M.Ö 1700-1500 yılları arasında Fenikelilerin sağdan sola yazılan 22 harfli alfabesi bugün bildiğimiz Latin, Yunan, Kiril, Arap, Tibet ve İbrani gibi alfabelerin ana kaynağını oluşturmakta[8].
Fenikelilerin bulduğuna Yunanlılar özgür düşünce, felsefe, demokratikleşme derken edindikleri bu kadar bilgiyi nasıl saklayacaklarını düşünmüşler; akustik Fenike alfabesine bazı sesli harfler de ekleyerek, görsele göre okunan ve daha kurallı, sembollerden geliştirmiş Yunan alfabesi yapmışlar. Bir de ters çevirip soldan sağa yazmaya başlayınca çağdaş alfabeye ulaşmışlar[9]. Koca Roma İmparatorluğu da kendi markaları ile dillerine uygun 23 harfli Latin alfabesi yapıvermişler. Günlük yazılarını da Mısır’da bulunan papirüs, balmumu plakalar ve parşömenler üzerine yazmışlar. Büyük küçük harf yazımı ve bazı noktalama işaretleri de yazıya eklenince kurallar dizisine bağlanmış oldu alfabe. İlk büyük harflerle oluşturulan yazıt M.Ö. 114’te Traian Sütunu üzerine kazınmıştır[10].
Tarihte ilk kütüphane ise M.Ö 625’te Asur Kralı Asurbanipal tarafından Ninova’da kurulmuş, ilk kitabın Bursa’ya gelme yolculuğu ise hekim ve filozof Prusalı Asklepiades zamanına uzanır (doğumu M.Ö 120). Romalı hatip Chrysostomos Dios ise (40-120) 80 konuşmasında Bursa’da bir kütüphanenin varlığından söz etmektedir*[11].
Efes Celcus, İskenderiye, Pergamon kütüphaneleri de ünlüler kervanındandır, kendi sınıflarında. Pergamon demişken, Pergamon Kütüphanesi’nin İskenderiye Kütüphanesini geçmesinden korkan Mısır, papirüs ihracını yasaklamış ve Pergamon Kralı II. Eumenes yeni bir kağıt türü bulmak durumunda kalmıştır. Dünya’ya Pergamon üzerinden yayılan parşömen tüm dillere bu ismin geçmesini sağlamış, Bergama kağıdı anlamını taşır. Kağıdın çift taraflı kullanılabilirliği parşömenin her iki tarafında da yazmaya imkan vermesindendir. İngiliz Parlamentosu bugün hala kararlarını iki nüsha halinde parşömene yazmaktadır[12].
M.Ö. 200’lerde keten ve pamuk hamurundan yapılan günümüz kağıdı ise Çin’de ortaya çıkar, normalleşmesi M.S. 1. yy’ı bulur. Avrupa’ya geçtiğinde ise tarih 12. yy, Avrupa’da üretim yapılması ise 13. yy dır.
Eee… ‘Verba volant, scripta manent’ demişler; yani söz uçar, yazı kalır. İster Fenike Alfabesi, ister Latin; ister papirüs, ister A4. Siz yine de yazın; hem düşünceleriniz özgür kalır, hem de bir bakmışsınız, bilginiz büyümüş, dünyayı dolaşmış.
Sevgiyle…
Tavsiye: