Yeniçeriler ve yeniçeri isyanlarına farklı bir bakış |
Osmanlı Devletinin en büyük savaş gücü, imparatorluğa giden yolu açan ordunun vurucu gücüydüler.
Osmanlı Beyliği büyüdükçe her taraftan savaşçılar gelmeye başladı. Orhan Bey (1326-1359), abisi Alaaddin Paşa’nın “Her çeri kırmızı börk giyiyor, bizim çerimize ak börk giydirelim, bizim çerimizi bilelim” önerisini kabul etti.
Savaşlarda ele geçirilen esirlerin bir kısmı eğitime alındıktan sonra orduya alındı. Sultan I. Murat devrinde pençik sistemine geçildi ve devşirme dönemi başladı. Devşirilenler önce Gelibolu’daki gemilere gönderiliyor, 5-10 senelik eğitimden sonra yeniçeri oluyorlardı.
Aşıkpaşazade, Neşri, Oruç Bey ve anonim tarihlerde ocağın kuruluşunun 1361 yılında, Edirne’nin fethinden sonra kurulduğunu yazarlar.
Ocağın subaylarına “ağayan-ı bektaşiyan” denilirdi. Ocaktaki Bektaşiliğin kökeni Hacı Bayram Veli ve Şeyh Edebali’ye bağlanıyor. O dönemde Osmanlı topraklarında Bayramiye, Kalenderiye gibi tarikatlar vardı. Devlet yöneticileri Bektaşiliği ocağa uygun gördüler. Bektaşilik Balkanlarda da hızla yayıldı. Nakşibendilik ise 16. Yüzyılda Osmanlı topraklarında yayılmaya başladı.
Bektaşilik, ocağın yapılanmasında önemli rol oynadı. Ocaktaki kabul, terfi törenleri ve benzer ritüeller, kardeşlik anlayışı ahilikten geçmiştir. Mesleğin gerektirdiği bekar yaşama tarzı, sadelik, sadelik, savaşçı dayanışması anlayışı ise Bektaşiliğin manevi gücünden geliyordu. 17. Yüzyılın ortalarında İstanbul’a gelen Ricaut gibi yabancı seyyahlar Bektaşilerin, ibadet etmesini bildikleri gibi iyi kılıç kullandıklarını yazarlar.
Gelibolu’daki Acemioğlan Ocağı’nda 400-500 devşirme bulunuyordu. Daha sonra İstanbul Şehzadebaşı’nda bir kışla yapıldı.
**
Ocaktaki bozulma önce yeniçerilerin evlenmesine izin verilmesiyle başladı. Evlilik izni önce yaşlı ve sınır boylarındaki askerler içindi. Daha sonra serbest oldu. Yeniçerilerin çocuklarına kuloğlu deniyordu ve bunlar II. Selim’in cülusunda yeniçerilerin emrivakisi sonucu ocağa alındılar.
Ocağa ikinci müdahale III. Mehmet (1574-1595) zamanında geldi. Bitmez tükenmez savaşlar ocağın mevcudunu azaltmıştı. Ocağa Türk ve diğer Müslüman halklar arasından asker alındı.
Savaşların sürmesi, tımar sisteminin çökmesi asker ihtiyacını arttırdı. Savaşların sürmesi, tımar sisteminin çökmesi Anadolu’da Celali İsyanları’nın nedenidir. Osmanlı düşünürleri Sadrazam Rüstem Paşa’ya verilen topraklarla 50-60 bin kişilik ordunun besleneceğini yazarlar. Ayrıca, sağlığında Sokullu Mehmet Paşa’ya bu kadar dirik verilmesi ve reayayı kendi topraklarına kaydırması da tenkit edilmiştir.
1380’lerde başlayan devşirme sistemi 1700’lere varmadan terk edilmiştir. Önce savaş esirlerinden seçilenler eğitilip orduya alınıyordu. Daha sonra “pençik” geçildi. Toplanan geçler Gelibolu ve tersane ve gemilerde beş-on yıl çalışıyordu. Sonra orduya alınıyordu.
Fatih Sultan Mehmet, bir seferi esnasında etrafında Türkçe konuşan bir asker bulamayınca, devşirilen oğlanlar Anadolu’daki Türk ailelerine belli bir süre için 1 altına satıldı ve her yıl kontrol edildiler. Sultan I. Selim zamanında Trabzon ve Karaman’dan da devşirme alındı. Ocağa Müslüman ve Türkçe bilenler alınmazken, Fatih Sultan Mehmet Bosnalı Müslümanların alınmasına izin vermişti.
Padişahlar, Birinci Ağa Bölüğü’nün birinci neferiydi. Ulufe dağıtıldıktan birkaç gün sonra ocağa gelip, 40 akçelik maaşını alırdı. Padişah üstüne bir avuç altın ekleyip, ocağa iade ederdi. Padişahın kullanımı için 61. Solak Ortası’nda bir Kasr-ı Humayun bulunuyordu.
Ocakta önemli işler için “Ağa kapusu”nda toplanılırdı. Yeniçerilerdeki her ortanın bir damgası yani arması bulunurdu. Bu damga vücuda dövme yapılır; eşyalara, giysilere, çadırlara, bayraklara, belgeler ve mezar taşlarına işlenirdi. Kazanları kutsal kabul edilir, çok önem verilirdi. Ocağa sığınanlara sahip çıkılırdı.
Ocağa alınanların yeteneklilerinin Enderun’a alınması Hristiyan reayanın çocuklarını vermek istemelerine, yeniçeri olan çocukların bir kısmının doğdukları yere muhafız olarak gönderilmeleri oradaki yakınlarından bazılarının Müslümanlığa geçmesine sebep oluyordu.
Asker ihtiyacının artması devşirme usulüne mecburen son verdi. 1687’de Acemi Oğlan ocağından çıkan 130 kişinin kaydı vardır. Osmanlının anlamsızca İran’la 1578-1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasına kadar yürüttüğü savaşlar, İran’la savaşırken Avusturya’yla savaşılmazdı. Ama birbirini çekemeyen vezirlerin politikalarıyla 1593-1606 Zitvatorok Antlaşması’na kadar Avusturya ile savaşıldı. Sonunda Avusturya kralı, Osmanlı padişahına eşitlendi.
Bu savaşlar sonucu önce maliye çöktü. Tımar sistemi çöktü. Hazinenin para gereksinimi sonucunda tımarlar, gümrükler, madenler… Kısaca para getiren her şey iltizama verildi. Asker sayısı arttı. Artan asker sayısı hazineye büyük yük getirdi. Enflasyon sarmalı başladı. Yeniçerilerin maaşları hızla eridi. Yeniçeriler Hızla esnafa dönüştü.
Haçova Savaşından sonra yoklama yapılmış, savaşa gelmeyen ve kaçanlar tımar defterinden silinmiştir. Silinenlerin bir kısmı “celali” olmuştur.
Daha 1550’lerde tüfekli piyade gereksinimi artmıştır. Akıncı güçleri az sayıdaki tüfekli Avusturya askerlerine yenilmeye başlamıştı.
Tüfekli askerler için sekban birlikleri kuruldu. Tüfekler Anadolu’da kolayca yapılıyordu. Bu oluşum tımar sisteminin çöküşünü hızlandırdı.
Asker sayısını azaltmak için ocağın defterleri kontrol edilmiş, 1686 tarihinde 20 bin, 1771 tarihinde ise 30 bin kişi defterlerden silinmiştir. (Orhan Sakin, Yeniçeri Ocağı ve Tarihi Yasaları, s,61)
Sultan Üçüncü Selim zamanında padişaha layiha sunan Tatarcıklı Abdullah ve Moralı Osman efendiler, ocağa saygınlık kazandırılması, topçu ve humbaracılara verilen önemin onlara da verilmesini önermişlerse de Padişah ve çevresi ocaktan ümidi kestiği için bu önerilere kulak asmadılar.
Sultan II. Mahmut, Ocağın sonunu getiren fermanında, “Yüz seneden beri eski itaatlerinin itaatsizliğe dönüştüğünü bu yüzden birçok vilayet ve kalenin düşman eline geçtiğinden ” söz etmiştir. (Orhan Sakin, Yeniçeri Ocağı ve Tarihi Yasaları, s,61)
Ocaktaki yozlaşmayla ilgili günümüze kalan ilk belge yazarı belli olmayan “Mebde-i Kanûn-ı Yeniçeri Ocağı Tarihi’” adında bir risaledir. Sultan I. Ahmet’in saltanat döneminde (1603-1617) yaşadığı anlaşılan bu risaleyi yazan yeniçeri askeridir. Sayın Orhan Sakin, Yeniçeriler adlı eserinde bu belgeye geniş bir yer vermiştir. Yazar, bu risalesinde.
-Yeniçeri talimhanelerinin viran olduğunu ve örümcek bağladığını, buralarda görevlendirilenlerin ok atmayı bile bilmediklerini, kuşatılan kalelerdeki zemberekleri kullanmayı bilen kalmadığını
-Savaşa gitmeyen ziftçi, yedekçi gibi birlikler kaldırılmalı;
-Savaşa gitmeyen oturakların yarıya düşürülmeli;
-Rüşvetin yaygın olduğunu ve oda kâtiplerinin dürüst kimselerden seçilmeli;
Diye yazmıştır. Yazar, ocağa rüşvetle insan alındığını, çok kimsenin rüşvetle oturak olduğunu, sanat ehlinin sefere gitmediğini yazar.
Kale muhafızlığı dışında, ocağın görevleri arasında devriyeyle güvenliği sağlamak, yangın yerinde güvenliği sağlamak ve yangın söndürmek, gemilerde çalışmak vardı. Başarılı görülen yeniçeriler sipahi yapılıyordu.
1730’DAKİ AYAKLANMAYI BAŞLATAN PATRONA HALİLYeniçeri isyanları
Ocağın ve Osmanlının sonunu yeniçeri ocağı ve onlara destek veren ulema getirmiştir dersek abartı olmaz. Padişahlar tahtan indirilmiş ve nice devlet adamlarının canı alınmıştır. Bir padişah isyan sonucu boğdurulmuştur. İsyanların ekonomik ve sosyal boyutlarının yanı sıra devlet yönetimindeki hiziplerin çekişmesinin de etkisi olmuştur.
İlk isyan Çandarlı Halil Paşa’nın teşvikiyle çıkmış, 1446’da Edirne buçuk tepe olayıyla Sultan I. Mehmet ikinci kez tahttan indirilmiştir. Çandarlı Halil Paşa, İstanbul’un fethinden sonra bunu hayatıyla ödemiştir. Fatih Sultan Mehmet’in Gebze’de vefatından sonra savaştan yorulan yeniçeriler cihangir Cem Sultan yanlısı Karamani Mehmet Paşa’yı parçalamışlardır. Sultan II. Beyazıt’ı pasif bulan yeniçeriler Sultan I. Selim’in tahta geçmesin sağlamışlardır.
Sultan I. Selim’in Çaldıran Seferi ve dönüşte yeniçeriler sık sık ayaklanmışlardır. Padişahın Trabzon ve Karamandan Acemi Ocağı’na asker almasına sebep olmuşlardır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’da bulunmadığı, Veziriazam Makbul İbrahim Paşa’nın, isyan eden hain Ahmet Paşa gailesini bertaraf etmek için Mısır’a gitmesini fırsat bilen muhalifleri yeniçerileri isyana teşvik ettiler.
Kanuni Sultan Süleyman, Edirne’den yeni dönmüş ve Kâğıthane’ye gelmişti. Padişahın yokluğundan da yararlanan yeniçeriler, 16 Mayıs 1525′te İstanbul’da başta Veziriazam İbrahim Paşa’nın sarayı olmak üzere Vezir Ayas Paşa ve Defterdar Abdüsselam gibi devlet ricalinin konaklarını, gümrükleri, dükkânları ve halkın evlerini yağmaladılar. Ertesi gün yeniçeriler ağa kapsına gelip, “Bizim bu fesada rızamız ve şenaatten haberimiz yoktur, teftiş edin bulunsun!” dediler. Yeniçeriler ilk defa bu kadar büyük çapta ayaklandılar.
Kâğıthane’de bulunan Sultan Süleyman’da askerin isyan ettiğini öğrenir öğrenmez hemen deniz yolu ile İstanbul’a gelmişti. Sultan, ilk iş olarak geniş bir soruşturma yaptırdı ve askeri tahrik ettikleri anlaşılan Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa’yı derhal idam ettirdi. Mustafa Paşa kethüdası Bali ile Reisülküttab Haydar da olaya karıştıkları için hapsedilip, bir süre sonra öldürüldüler. Padişah iki elebaşıyı kendi elleriyle öldürdü. II. Selim’in cülusunda kuloğullarının askere alınması ve emeklilik taleplerini kabul ettirdiler.
Padişahların vezirleri damat yapmaları aralarındaki çekişmeyi arttırdı ve oluşan hizipler tahta çıkacak şehzadeyi belirlemeye başladılar.
Devlet gelirlerinin azalması bankerlerin etkisini arttırdı. Bilhassa Yahudi sermayesi etkili oldu, Yasef Nasi’nin etkisiyle Venedik’e savaş açıldı ve Kıbrıs Adası alındı.
Enflasyonun etkisiyle kapıkulu sipahileri 1589 yılında ayaklandılar. Sipahiler düşük ayarlı ulufe akçesi yüzünden Divan-ı Hümayun’u bastılar. Beylerbeyi Mehmet Paşa ve Defterdar Mahmut Efendi Padişah III. Murat’ın emriyle idam edildiler. Ekonomik gelişmeler, düşük akçe yeniçerilerin ekonomik isyanlarını başlattı. Yeniçerilerin isyanlarını esnaf da destekliyordu. Bir kısmı zaten yeniçerilerle gönüllü ya da gönülsüz ortaktı. Ayrıca yeniçeriler, orta sandıklarıyla finans piyasasındaydılar, paralarını işletiyorlardı. Bu isyanlara kara ordusunun diğer gücü sipahiler de katılıyordu.
Tarihçi Selaniki, ulufenin yarı yarıya değer kaybettiğini yazar. Yeniçeriler üç kez daha ayaklandılar. Mart 1593’te ayaklanarak sadrazamı ve yeniçeri ağasını görevden aldırdılar.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra İstanbul’a getirdiği 1500’e yakın ulema imparatorluktaki dinsel bakışı değiştirdi. Padişahlar üzerinde etkili oldular. Kanuni Sultan Süleyman’ın arkadaşı ve damadı Maktul İbrahim Paşa için; sonra yeniçerilerin ayaklanıp yerine tahta geçireceklerinden korktuğu için oğlu Şehzade Mustafa’nın ölümlerine fetva veren Şeyhülislam Ebussuud Efendi dönemiyle ulemanın devlet yönetiminde etkisi arttı.
“İstanbul’u duamızla fethettin” diyen Hocası Akşemsettin’e “Ben İstanbul’u kılıcımla fethettim” diyen Fatih’in dönemi kapanmaya başlamıştı.
Halktan geçici olarak toplanan avarız adlı vergi düzenli hale geldi. 1582’de 40 akça olan vergi 1600’ de 240 akçeye çıkmıştır.
Padişah III. Mehmet’in iktidarında (1595-1603) önemli banker Ester Kira’ydı. Padişahın annesi safiye Sultan’ı avucuna almış ve gümrükleri ele geçirmişti. 1 Nisan 1600’de Düşük ayarlı akçe yüzünden eyleme geçen sipahiler, sarayın rüşvet işlerini çevirdiği iddia edilen Yahudi kadın Ester Kira’yı parçaladılar. Oğulları da idam edildi. El konulan servetin in 50 milyon akçe olduğu kayıtlara geçmiştir. Bu olaydan sonra Yahudi sermayesi zayıfladı, Rumlar öne çıktı.
Yeniçeriler, Anadolu’daki Celali isyanları nedeniyle eyleme geçtiler. Padişah III. Mehmet’in kimi vezirlerin azlini, yeterli görmeyerek ayak divanına çıkarttılar. Sorumlu tuttukları saray ağalarının kellelerini istediler, istekleri yerine getirildi.
6 Şubat 1603’de yönetimdeki hizipler arasında çekişmeler kapıkuluna yansıdı ve Sipahilerle Yeniçeriler, sadrazam değişikliği yüzünden üç gün boyunca İstanbul sokaklarında muharebe ettiler. Bütün bu isyanların fetva ile destekleyicisi “ulema sınıfı”ydı. Ulema sınıfı zaman zaman yeniçerileri isyana kışkırtmıştır. Avcı Mehmet unvanlı Sultan IV. Mehmet, savaş giderleri için halktan fazla vergi toplandığı için vergiden muaf ulemadan savaş gideri için katkıda bulunmalarını istemesi tahttan indirilmesiyle sonuçlanmıştır.
Sultan I. Ahmet (1603-1617), kardeş katlini kaldırmış, yaşça büyük ve aklı başındaki hanedan üyesinin tahta geçirilmesini kanun yapmıştır. Bundan sonra şehzadelerin taşradaki sancaklara gönderilmesine son verilmiş ve şehzadeler hapis hayatı yaşamaya başlamıştır.
Bu uygulanma Osmanlı bürokrasisinin işine yaramış ve deneyimsiz padişahlar vezirlerin ve yakın çevrelerinin kuklası olmuşlardır.
Saraydaki hizipler Sultan Ahmet’in kanunu çiğneyip tahta şehzade Mustafa’yı çıkardılar. 1617-1618 yılları arasında tahtta duran padişahın dengesiz halleri sonucunda mecburen tahttan indirilmiş ve Sultam Osman tahta geçmiştir. Sultan Osman’ın iktidarı sırasında Osmanlı tarihinin en korkunç ayaklanması gerçekleşti. Vezirler, ağalar öldürüldü. Deli olduğu gerekçesiyle tahttan indirilen I.Mustafa ikinci kez tahta oturtuldu(1622-1623) ve II. Osman öldürüldü. 1623 yılında IV Murat çocuk yaşta padişah oldu. İktidar annesi Kösem Sultan’ın elindeydi.
7 Şubat 1632’de yeniçeriler Topkapı Sarayına yürüdüler. Babı hümayunu aşıp Ortakapı’nın önüne geldiler. IV. Murat’ı tehdit ettiler. Sadrazam Hafız Paşa’yı gözünün önünde parçaladılar. 2 Mart 1632 günü yeniçeriler bir kez daha saraya yürüyüp IV. Murat’ı ayak divanına çıkarttılar. Yeniçeri ağasının, defterdarın konaklarını yağmaladılar. Kapıkulu terörü haziran ayına kadar sürdü. İktidarı ele geçiren Sultan IV. Murat, zorbaları kışkırtan vezir, devlet görevlileri ve isyancı yeniçeri ağalarını idam ettirdi. Estirdiği terörle sükuneti sağladı. Kurduğu düzen 1640 yılında ölümüyle sona erdi.
Sultan İbrahim’in dengesiz hareketleri 3-4 yaşındaki kızlarını vezirlerle evlendirerek başlık alması, ümeradan hediye toplaması bardağı taşırdı ve 8 Ağustos 1648 Ocak ağaları ve ulema aralarında anlaşarak Sultan İbrahim’in tahtan indirilmesini kararlaştırdılar. 7 yaşındaki IV. Mehmet tahta oturtuldu; Sultan İbrahim 10 gün sonra boğduruldu. Çocuk yaştaki padişahın adına ülkeyi Kösem Sultan yönetmeye başladı. Padişahın annesi Turhan Valide Sultan etrafındaki hizip arasında iktidar mücadelesi başladı. Her iki taraf yeniçeri ocağından destek aradılar. Yeniçerileri birbirilerine karşı kışkırttılar.
Bu dönemde yeniçeriler, “Gerekirse Cengiz soyundan bir giray’ı tahta geçiririz” demeye başladılar. Hanedanın varisi tükendiğinde tahtın varisi Cengiz soyu kabul ediliyordu.
Ulufeleri geciken sipahiler ağalarını taşlayıp 13 Haziran 1651 isyan başlattılar. Eylemler, yağmalar, öldürmeler günlerce sürdü. Çocuk padişah IV. Mehmet ayak divanına çıktı.
Kösem Sultan, rakibesini öldürmek isterken 2 Eylül1651’deboğularak öldürüldü. Padişahın annesi oligarşisi sona erdi.
Ocak yine kaynadı ve 28 Şubat 1656’da sipahiler ve yeniçeriler ayaklandı. Çok kimse öldürüldü. Cesetler ağaç dallarına baş aşağı asıldı. Olaylar ”vak’a-i vakvakiye” diye adlandırıldı.
Bu dönemde Padişahlar İstanbul’dan kaçıp, Edirne’de yaşamaya başladılar. Sefer çıkmayan II. Selim, Edirne’yi mesken tutmuştu. Sultan I. Ahmet’le başlayan Edirne’de yaşamaya başlar, Sultan İbrahim ve sonrasında IV. Mehmet ve I. Mustafa Edirne’de yaşayan padişahlardır.
15 Eylül 1656 ile 15 Aralık 1683 tarihlerini kapsayan ve Köprülü ailesinden sadrazamların diktatörlük dönemidir. Saltanat naibesi Turhan Valide Sultan, 15 Eylül 1656’da 78 yaşındaki Mehmet Paşa sadrazamlığa getirdi. Bu şekilde II. Viyana kuşatmasına kadar 27 yıl devam eden Köprülüler devri başlamış oldu.
Köprülü Mehmet Paşa, 30 Ekim 1661’de ölmüştür. Birinci vezirlere sadrazam denmesi Köprülü Mehmet Paşa zamanında başlamıştır. Köprülü Mehmet Paşa ölürken yerine oğlunun Fazıl Ahmet Paşa’nın getirilmesini vasiyet etmiştir.1676’da Fazıl Ahmet Paşa öldü. Daha sonra ailenin damadı Kara Mustafa Paşa sadrazam oldu.
Sonra II. Viyana kuşatması felaketi yaşandı. Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa ve Kırım Hanını dinlemeyen Kara Mustafa Paşa Osmanlının yıkılışına giden yolu açtı.
Geleneksel Osmanlı-Fransız ittifakı bozuldu ve Fransa Papanın “haçlı ittifakı” çağrısına olumlu cevap verdi. Lehistan Kralı Jan Sobiyeski, Rusların savaşa girmesi için Kiev ve Smolensk şehirlerini geçici Ruslara verdi.
Osmanlı’yı bu defa Kırım kurtardı. Kırım ordusunun geldiği her savaş kazanıldı. Bozguna uğrayan ordu cepheyi bırakıp döndü ve IV. Mehmet, 5 Eylül 1687’de tahttan indirildi.
Uzun bir aradan sonra bir padişah II. Mustafa ordunun başında üç kez savaştı. İkisini kazandı. Ama 1697 yılındaki Zenta bozgunu tüm ümitleri tüketti.
İsyanlara ara verelim ve Osmanlı Devleti’nin yaptığı savaşlara değinelim.
SAVAŞLAR
Avusturya ile savaşlar
1593-1606 Osmanlı-Avusturya Savaşı
1663-1664 Osmanlı-Avusturya Savaşı
1683 II. Viyana Kuşatması
1715-1718 Osmanlı-Avusturya-Venedik Savaşı
1735-1739 Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşı
1787-1791 Osmanlı-Avusturya Savaşı
İran’la yapılan savaşlar
1578 – Çıldır Muharebesi
1582 – Tiflis Müdafaası
1583 – Meşaleler Muharebesi
1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı
1611-1615 Osmanlı-Safevî Savaşı
1615-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı
1623-1639 Osmanlı-İran Savaşı
1635 – Revan Seferi
1638 – Bağdat Seferi
1723-1727 Osmanlı-İran Savaşı
1730-1732 Osmanlı-İran Savaşı
1735-1736 Osmanlı-İran Savaşı
1742-1746 Osmanlı-İran Savaşı
1775-1779 Osmanlı-İran Savaşı
Osmanlı-Rus savaşları
Bu devletlerle yapılan savaşlara 1700’lü yıllarda bir üçüncüsü eklendi, Rus Çarlığı. Avusturya-Macaristan ve Rus Çarlığı Osmanlı Devleti’ne beraber savaş açtılar. Genelde Avusturya yenildi, Rus kuvvetleri galip geldi. Avusturya savaştan çekilince elverişli şartlarda anlaşmalar yapıldı ve Osmanlının Balkanlardaki hâkimiyeti yüzeli sene devam etti.
1676-1681 Osmanlı-Rus Savaşı
1686-1700 Osmanlı-Rus Savaşı
1700-1721 Büyük Kuzey Savaşı
1710-1711 Osmanlı-Rus Savaşı
1735-1739 Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşı
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı
1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı
1827 Navarin Deniz Muharebesi
1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı
1914-1917 Osmanlı-Rus Savaşı
Bu dönemde Avrupa’da iki güç Prusya ve İsveç, Avusturya ve Rus Çarlığına karşı Osmanlı Devleti’ne destek verdi.
P.A. Tolstoy’un Gizli Raporlarında Osmanlı İmparatorluğu
Ruslar ilk elçiliklerini İstanbul’da açtılar. O dönemde Osmanlı’da Rusya dışında Fransa, Hollanda, İngiltere’nin büyük elçileri, Avusturya küçük elçisi, Ragusa (Dubrovnik)’nin diplomatik temsilcisi bulunuyordu. Ayrıca bu devletlerin limanlarda konsolosları bulunuyordu. (Osmanlı Devleti’nin dış ülkelerde elçilikler, yoktu)
Büyük Petro tarafından özel olarak görevlendirilen Tolstoy, Osmanlı İmparatorluğu ile kendine sorulan soruları ayrıntılı olarak cevaplamıştır. Tolstoy’un raporlarına göre:
Vergiler:
Vergi gelirlerinin arttırma konusuna önem vermiyorlar. İstanbul, Edirne gibi merkezler ve bunlara komşu bölgelerden acımadan ve merhametsiz bir şekilde ağır vergi topluyorlar. (s,13)
Devlet hazinesi yağmalanıyor. Hazine-i Âmire’nin az olmasının sebebi budur. Şu an devlet giderler., halktan gelen gelirlerle karşılanmıyor. Vergi toplayanlar Hazine-i Âmire’yi rahat bir şekilde hortumlamaları yüzünden Türk devletinin ne kadar gelir elde ettiğinin hesabını yapmak imkânsızdır.
(1697-1702) yılları arasında sadrazamlık yapan Köprülü ‘nün yeğeni Amcazade Hüseyin Paşa, Karlofça Antlaşması’ndan sonra olağanüstü vergileri kaldırmak ve savaş yıllarında köylülerden toplanan vergi borçlarını iptal etmek zorunda kaldı.
XVII. yüzyılın sonlarındaki başarısız savaşlar ve bitmez tükenmez savaşlar sonucunda vergi gelirleri ciddi anlamda azaldı. Örneğin Manisa sancağında 1668-1669 ve 1701-1702 yılları arasında avarız hanelerinin sayısı 4823’den 2371’e düşmüştür.
Devlet, ülkede vergiye tabi nüfusu arttırmak için başta Türkmenler ve Kürtler olmak üzere göçebe aşiretler zorla yerleşik hayata geçirilmeye çalışılıyordu. İnşaat işlerinde, köprü ve dağ geçitlerinin muhafazasında, posta hizmetlerinde ve diğer işlerde görev alan reayaya tanınan imtiyazlar kaldırıldı.
(sultan II. Mahmut ve Fırka-yı Islahiye/ Dadaloğlu)
(Köprülü Mehmet Paşa, mali durumu düzeltmek için tedbirler aldı. Hatta bazı vakıflara el koydu.)
*
Sipahi diye adlandırılan süvari ordusunun 6 aydan önce belirlenen yere gelemediğini, donanmanın insanı olmadığını, olsa da beş aydan önce sefere çıkamadığını yazıyor.
*
XVII. yy’ın ikinci yarısında 94.979 oluşan kapıkulu askerlerinin 54.222’si yeniçeriydi. Bunların 21.428’i kalelerde görevliydi. Savaşın sonlarına doğru yeniçerilerin sayısı 70 binin üstüne çıktı. Karlofça Antlaşması’ndan sonra 33.389’a kadar azaltıldı. (İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinde kapıkulu Ocakları, cilt I)
Karlofça Antlaşması’ndan sonra topçular 6000’den 1200’e, cebeciler 2000’den 400’e düşürüldü.
Tolstoy’a mezomorta Hüseyin Paşa’nın donanmada hazırladığı yeni Bahriye kanunnamesi sorulmuştur.
Her şehir ve kasabada yeniçeri olduğunu söyleyen Tolstoy, 40 bin yeniçeriye ulufe verildiğini, ama gerçekte bu kadar yeniçeri olmadığını, komutanların bu parayı ceplerine indirdiklerini yazıyordu. Tolstoy, hazinede para olsa daha büyük bir ordu besleyeceklerini yazıyor.
Türk alaylarında temel sorun süvarilerin düzene bağlı olmamalarıdır. Bundan dolayı piyadeler de zayiat veriyordu. Aynı şekilde toplar da arabalarıyla beraber yok oluyordu.
Türklerin piyade birlikleri yeniçeriler ise eski eğitim şekliyle hazırlanıyor. Yeni bir şey öğrenmek için çaba sarfetmiyorlar.
Sadrazam tarafından oyalanan Tolstoy, sultanın annesine yakın adamlara hediyeler vererek sadrazamın görevden alınmasını sağlar. (13 Ocak 1703)
Yeniçeriler, devleti fiilen yöneten Şeyhülislam Feyzullah Efendi ve çevresine karşı İstanbul’da 1703’te isyan ettiler. Sultan II. Mustafa tahttan indirildi. Şeyhülislam Feyzullah Efendi ve yakınları idam edildiler. Tahta geçen Sultan III. Ahmet, bu isyana kıyısından köşesinden bulaşan herkesi idam ettirdi.
Tolstoy, kaleler için, “… İstihkâm ilmi doğrultusunda inşaat yapamıyor, burada da hile yapıyor, her tarafı akıllı bir şekilde inşa olmuş bir kalelerle değil kalabalık insan kitleleri ile kuvvetlendiriyorlar.
*
Tolstoy, Feyzullah Efendi’nin etkili olduğu dönem için şunları yazar, “Önceleri şeyhülislamlar siyasi işlere karışmazlar, bu işleri vezirlere bırakırlardı. Kendileri ise dini işleri idare ediyorlardı. Şu anda durum değişmiştir. Şeyhülislam kendine büyük bir hazine toplamıştır.”
“Din adamlarının (ulema) hazinenin gelirinin üçte birine sahip oluklarını söylemek için yeterlidir.
Tolstoy’a göre devletin mali çöküşü için “vezirler hırsızlık yapmasınlar ve tutumlu olmaya çalışsalar o zaman hazine çok daha büyük kaynağa sahip olurdu
Köylüler hızla fakirleşip, küçük tımar sahipleri iflas ediyordu. Eskiden hazineye önemli katkıda bulunan birçok yerde halk iflas etmişti.”
Önemli gelirlerin ortadan kalkma sebebi, reayanın fakirleşmesi idi. Tolstoy, Bosna, Sırbistan birçok yerleşim yerindeki halkın iflas ettiğini ve fakirleşmiş halkın burayı terk ettiğini yazıyor.
Tolstoy, Kutsal İttifak’a karşı savaşın Osmanlı açısından başarısızlıkla sonuçlanmasının sebebini genel iktisadi çöküntüye bağlar.
Tımar:
1701-1702 yıllarında tımar sahipleri için bir yoklama yapıldı. Sistem önemini kaybetmişti (saray kadınları paşmaklık, ulema, vezirler) XVII-XVII. yüzyıllarda sistem bozuldukça köylü toprağını terk etmek zorunda kalmış, büyük çiftlikler doğdu. Küçük tarım işletmelerinin yerine hayvancılık ön plana çıktı. Çift bozan sayısı artı ve küçük tımar sahipleri tımarlarını kaybettiler.
Ticaret:
İran’la yapılan ticarete değinen Tolstoy, İranlıların ipek satıp karşılığında mal almadıklarını yazıyor. İranlıların büyük miktarda altın ve gümüşü ülkeden çıkardıklarını ve hazinenin boşalmasına sebep olduğunu yazıyor.
Tolstoy, Fransızların kendi ülkelerinde sahte para bastıklarını ve Türk tüccarlarını kandırdıklarını yazıyor. Fransa diğer devletleri ticarette geride bırakmıştı. Ayrıca Osmanlı’yı Avusturya ve bazen Rusya’ya karşı kışkırtıyordu.
* * *
Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin artan nüfuzu sonunda isyan başlattı. İstanbul’da başlayıp Edirne’de sona eren ve Edirne Vak’ası denilen ayaklanmaya Cebeciler öncülük etti. II. Mustafa tahttan çekildi. Yerine Sultan III. Ahmet (1703-1730) geçti.
“Lale devri” diye adlandırılan ve Batıdaki çarpışmalar yerini barışın aldığı bu dönemin sonunda 1730’da İran’la savaş başladı. Ordunun İran’a karşı sefere gecikmesi topçu yamaklarının isyanına sebep oldu.
Patrona Halil’in yönettiği kanlı ayaklanmada, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve kimi vezirler boğdurulup cesetleri sürüklendi. III. Ahmet tahttan çekildi. I.Mahmut (1730-1754) tahta çıktı. Bulunduğu Bursa’dan Kırım tahtına geçmesi için çağrılan Kaplan Giray’ın önderliğiyle ayaklanmanın başını çeken zorbalar öldürüldü. Ayaklanmacıların talebi üzerine Kâğıthane Sadabad’taki köşkler yıkıldı.
Sadrazam Koca Ragıp Paşa(1757-1763), imparatorluğun barışçı bir politika izlemesini istiyordu. İmparatorluğun güçsüzlüğünü biliyordu. 1757 yılı Ocak ayında Osmanlı padişahı III. Osman’ın sadrazamı olarak sadarete geldi. Sultan Üçüncü Mustafa zamanında da sadrazamlığa devam etti. Vilayetlerde asayişin korunması, maliyenin düzeltilmesi, askerin disiplinli eğitimi, savaş gemileri yapımı, Laleli Camii inşası, Koca Ragıp Paşa sadrazamlığı sırasında gerçekleşti. Avrupa Devletleri arasındaki Yedi Yıl Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ni savaşın dışında tuttu.
Rusya’nın askeri gücünün farkında olmayan cahil Osmanlı yöneticilerin isteğiyle Rusya’ya savaş açıldı. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı’nın büyük bozgunu ve Kırım’ın elden çıkmasıyla sonuçlandı. Akabinde doğru dürüst hazırlık yapılmadan tekrar savaşa girildi (787-1792). Bu dönemde Osmanlı’yı yaşatan “Fransız İhtilali” oldu. Avrupa’nın karışması Osmanlının Balkanlardan atılmasını önledi. Osmanlı Kırımın kaybını kabul etti ve Beserabya’yı Rus Çarlığı’na bıraktı. Savaş sürerken “Özi Kalesi” Rusların eline geçince Padişah I. Abdülhamit(1784-1789) üzüntüsünden öldü. Tahta Padişah III. Selim (1789-1807) geçti.
Savaşlar Osmanlı devletini madden ve manen çökertmişti. Avrupa merkezileşirken, Osmanlı’da feodal aileler çıktı. Rumeli ve Anadolu’daki eyaletler “Ayan” denilen derebeylerin eline geçti.
Diğer yandan Fransız İhtilali’nin “Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik” sloganı Balkanlardaki Hristiyan milletlerde “milliyetçilik” duygularını harekete geçirmiş, büyük bir Slav imparatorluğu kurmak isteyen Rus Çarlığı bu akımlara destek vermeye başlamıştı. Bu destek Avusturya ile Rus Çarlığı’nın arasını açmaya başlayacaktı.
Nizam-ı Cedid yeniliğine karşı başlatılan eylemlerde, ayaklanmacıların başı Kabakçı Mustafa’nın başını çektiği isyan sonunda 25 Mayıs 1807 III. Selim tahttan çekildi. IV. Mustafa tahta çıktı (1807-1808). İsyan sonucu İstanbul’dan kaçan III. Selim yandaşları Rumeli’ndeki ayanlardan Alemdar Mustafa Paşa’yı ikna ettiler. Alemdar Mustafa Paşa 15 bin kişilik ordusuyla İstanbul’a geldi. IV. Mustafa yandaşları III. Selim ve Şehzade Mahmut’u öldürmek istedilerse de şehzade kurtuldu. II. Selim’in öldürülmesi üzerine IV. Mustafa ve yandaşları da öldürüldü. II. Mahmut padişah oldu(1808-1839).
Fransız ihtilali önce Osmanlı’yı vurdu. Napolyon 1798’da Mısır’ı istila etmek için istilaya başladı. Ayandan Cezzar Ahmet Paşa’nın savunduğu Akka kalesini alamadı. Donanması da İngilizler tarafından yakıldı.
Çöküntü her taraftaydı. Daha önce Hac kervanlarına saldıran, hacca gidenleri öldüren, kadınlarını cariye, çocuklarını köle yapan günümüzdeki selefi akımların destekçisi Vahabiler Hicaz’ı ve Mekke’yi ele geçirdiler.
Mısır’a Fransızların kovulmasında yararlılık gösteren Kavalalı Ali, iktidarı ele geçirdi ve paşa unvanıyla Mısır valisi oldu. Daha sonra Çerkes beylerini yemeğe davet edip, gelen beş yüze yakın Çerkes beyini öldürerek Mısır’ın tek hâkimi oldu. Hicaz’ı Vahabilerden kurtardı.
İstanbul’a Fransız saldırısına inanılamadı. Çünkü Fransa “DOST” biliniyordu. İstanbul’da Fransız etkisi çok yaygındı. Fransa yeni bir düzeni temsil ediyordu.
1600-1700’lü yıllarda İstanbul’da bulunan yabancı elçi ve gözlemcilerin raporunda ortak özellikler göze çarpar. Bunlar:
-kara ordusundaki subayların yetersizliği
– Donanmanın zayıflığı
– Önemli görevlere torpil veya rüşvet ile atama.
-Devletin toplayacağı vergiyi bilmemesi
-Toplanan verginin üçte birine yakın oranda hazineye gelmeden çalınması.
Benzer problemler Koçi Bey, Katip Çelebi, Naima gibi Osmanlı aydınlarınca da dile getirilmiş, padişah ve devlet büyüklerine layihalar sunulmuştur.
Koçi Bey,17. Asır ortalarında yazdığı layihada vergi toplamada iltizam usülüne şiddetle karşı çıkmaktaydı. O, bu usulün yayılmasını Kanuni Süleyman’ın damadı ve sadrazamı Rüstem Paşa’ya atfetmektedir. (s,31)
İnebahtı’da ehil olmayan Kaptan-ı derya, tecrübeli reisler kulak asmamış ve savaşı büyük bir yenilgiye sebep olmuştu. Yitirilen tecrübeli denizcilerin yeri doldurulamamıştır. Sonuçta zaman içinde Akdeniz’deki üstünlük Venediklilere, 18. Yüzyılda diğer ülkelere kaptırılmıştır. 1722’de Rus donanması Çeşme’de yatan Osmanlı donanmasını yakmaya muvaffak olmuştur.
17.yüzyıldan itibaren Osmanlı toprakları ticaret savaşları yaşanmıştır. Fransızlar, Hollandalılar, İngilizler mamul mal satmak için yarışmışlardır. Fransızlar çok miktarda gümüşü Osmanlı topraklarından çıkarmışlardır. Osmanlı Devleti dış ticarette sürekli açık vermeye başlamıştır.
Ulemanın güçlenmesiyle birlikte medreselerden fen bilimleri çıkarken, “Beşik ulemalığı” ihdas edilmiş ulema çocukları doğar doğmaz ulema edilmiş ve miri araziden bunlara arpalık verilmiştir. Daha 16. yüz yıl bitmeden tımarlar saray kadınlarına “paşmaklık” (terlik parası) asıyla tahsis edilmeye başlamıştır. Devlet gelirlerinin üçte biri sarayın harcamalarına gitmiştir.
Sürekli Rusya ve İran’a savaş açmamız sadece devletin maliyeyi bitirmemiş, tecrübeli subay ve askerlerin yitirilmesine; asker ve subayların savaşlardan kaçmasına sebep olmuştur. Askerden kaçma problem olarak devam etmiş ve I. Cihan Harbinde Osmanlı ordusundaki eratın yaklaşık üçte biri ordudan kaçmıştır.
Napolyon, Fransa’da konsül olur olmaz Osmanlı Devleti’yle ittifak kurmak istemiş ve General Sebastini’yi özel elçi göndermiştir. Fransa’nın bu çabaları netice vermiş, Napolyon’un Mısır’a saldırısı hemen unutulmuştur.
Daha sonra Sultan II. Mahmut zamanında diktatörlük yapan Elçisi Halet Efendi, “Fransa’da dostluk namına ne görülür ve ne işitilirse behemahâl bu dostluk perdesi altında Osmanlı İmparatorluğu için kötülük saklıdır” uyarısına kulak asılmamıştır.( E. Ziya Karal, Halet Efendi, s,47. Aktaran O. Sakin, Yeniçeriler, s.89)
General Sabastiyani, Fransa’ya gönderdiği raporda, “Osmanlı ordusunun sayısı çok azalmıştır; güvenliği sağlamasına ancak yetmektedir. Yeniçeriler, eski haklarını ve prestijlerini kaybetmişlerdir. Hepsi geçim derdindedir. Mükemmel durumda olan topçu teşkilatı ve donanmada ise eğitimli subaylar yeterli değildir” diye yazmıştır. Aynı raporda Sebastiani, Fransa’dan esinlenilerek oluşturulan Nizamı Cedit için “İmparatorluğun bütün İslamlarını isyan ettirmiştir” notunu düşmüştür.
Bu olumsuz koşullara rağmen, İstanbul’daki Fransız yanlılarının etkisiyle Napolyonla ittifak kurulmuş,
Rus Çarlığı’ile 1802’deki antlaşmaya aykırı olarak Eflak Beyi İpsilant,i ve Boğdan Voyvodası Kostantini görevden alındı. Bunun üzerine Ruslar Kasım 1806’da Beserabya, Eflak ve Boğdan’a girdiler. Rus ordularını Silistre ve Yerköy’de Alemdar Mustafa Paşa, İsmail’de Ayan Pehlivan Paşa ve Rusçuk’ta Kasım Paşa tarafından durduruldular.
Bu savaş II. Selim’in saltanatının sonuna giden olayların başlangıcı oldu. Rusya’nın müttefiki İngilizlerin donanması 1807 Şubat’ında Çanakkale Boğazı’nı geçip, İstanbul önüne geldi. Halkın savunma için harekete geçmesinden çekinen İngiliz donanması şehre saldırmayı göze alamadı ve Çanakkale Boğazı’ndan biraz hırpalanarak geri çekildi.
Halkın bu kendiliğinden oluşan tepkisi İngilizlerle uzlaşma arayışında olan Bab-ı Âli’yi de ürkütmüştü. Başkentteki huzursuzluğu patlamaya dönüştüren topçu yamaklarına Nizam-ı Cedid üniforması giydirilmek istenmesi olmuştu.
Gündelik hayatta kullanılan “gavur” eşyaları ve kumaşları problem olmazken ulemanın aleyhteki propagandasıyla ordunun üniformaları problem olmuştu. Gavur üniformasına benzettikleri kıyafetleri giymek istemeye topçu yamakları komutanları Raif Mahmut Paşa’yı parçalayarak, Kabakçı Mustafa önderliğinde 25 Mayıs 1807’de isyan ettiler.
Bab-ı Âli ve Padişah olayın vahametini kavrayıp, mevcudu 20 bin olan Nizam-ı Cedid ordusunu devreye sokamadılar. İsyana yeniçeriler ve esnafta katıldı. 29 Mayıs’ta III. Selim tahttan indirildi. Yerine tahta IV. Mustafa geçti. Devlet yönetimine padişah adına Şeyhülislam Ataullah Efendi ve Kabakçı Mustafa hâkim oldu.
Alemdar Mustafa Paşa’ya vezirlik unvanını III. Selim yandaşları Alemdar’ın yanına gittiler ve III. Selim’i tekrar tahta geçirmesi için ikna ettiler.
III. Selim’in tahttan indirilmesi Napolyon’u da rahatlatmıştı. III. Selim’e verdiği sözleri tutmasına gerek kalmamıştı. Rus çarı I. Aleksandr ile Tilsit’te görüştü. ‘de 7 Temmuz 1807 Aralarında barış antlaşması imzalandı. Napolyon, Osmanlı İmparatorluğu’nun aralarında paylaşılmasını teklif etti. Aralarında İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nın kimde kalacağı konusunda anlaşamadıkları için bu plan hayata geçmedi.
Fransa, Çarlıkla anlaşınca kaybeden yine Osmanlı oldu ve Ruslar’a taviz verilerek bir antlaşmaya varıldı, Ruslar Eflak, Boğdan ve işgal ettikleri diğer Osmanlı topraklarından çekileceklerdi.
Bu mütarekenin ardından Alemdar Mustafa Paşa, İstanbul’da düzeni sağlamak için Sadrazam Musa Paşa’yla anlaştı. Edirne’de Sadrazam ve Padişah IV. Mustafa buluştular ve beraber İstanbul’a geçtiler.
Alemdar kısa sürede İstanbul’da düzeni sağladı. İsyancı önderleri ve yağmacıları temizledi. Alemdar’, Fransız yanlısı faaliyet gösteren 12 kişiyi idam ettirmiştir (Fatih Ünal, “Aleksander Grigoreviç Krasnokutss’un Günlüğünden 1808 Yeniçeri Ayaklanması ve Alemdar Mustafa Vakası”, Aktaran O. Sakin, Yeniçeriler, s.101)
Sadrazam, Alemdardan cepheye gitmesini isteyince Alemdar şehri işgal etti ve tahta III. Selim’i geçirmek istedi. Padişah IV. Mustafa, III. Selim ve Şehzade Mahmut’un idamını emrettiyse de, Şehzade kurtarıldı ve II. Mahmut padişah olarak tahta çıkarıldı. Böylece yeni bir dönem başladı.
Toprak düzeninin bozulması:
Osmanlı Devleti’nde feth olunan topraklar devletindi. Anadolu beyliklerinin tımarlarına ve boyun eğen Hristiyan beylerinin tımarlarına el konulmamıştı. Onlar aynı düzenlerini sürdürdüler.
Toprağın başında olan sipahi, toprağın sahibi değildi. Devletin memuru pozisyonundaydı. Reayaya ek vergi yükleyemiyordu. Toprak mülkiyetine karışmıyordu. Topraklar, işleyenin en büyük erkek evladına kalıyordu ve miras bölünmüyordu. Tanzimat’a kadar kızlara kalmıyordu.
Rumeli eyaleti 33 bin tımarlı sipahi çıkarıyor ve bu açıdan etaletlerin en başında geliyordu. Osmanlı vergi sistemi daha adil olduğu için gayrimüslim tebaa çabucak yeni fatihleri benimsemişti. Toprağın işleyen veya varisleri tarafından satılamaması ağalık sisteminin ortaya çıkmasına engel teşkil ediyordu.
Osmanlı dirliklerinden 200 bin askerin çıktığını yabancı kaynaklar ileri sürüyor. Katip Çelebi, Dustûru-ül amel eserinde bu rakamı 140 bin olarak veriyor. Osmanlı bu şekilde hazineye ek yük getirmeden büyük bir ordu besliyordu. Tek sakıncasının toplanma süresinin ayları bulmasıydı. Bu dönemde ulufeli (devletten maaş alan) kapıkulu sayısı 41 bindi.
Bu sistem XVI. Asırın ikinci yarısında bozulmaya başladı. Ayni Ali’ye göre; Lâcerm ve erbab-i tımarın ihtilâline sebep olan iki maddedir: evvelkisi, padişahın dirliğine mutasarrıf olan zuamâ (büyük zeamet sahibi) ve erbab- tımar sancağı askeri olmayıp âhara (bir başkasına devir) koşuntu olduğudur. İkincisi, vaki olan seferin yoklamaları mahfuz olup düsturülamel olmadığıdır (uygulama prensibi)”(age.116).
Tımarların valiler, saray halkı ve tevabii (yakınları) tarafından nasıl gasbedildiğini Ayni Ali’den 25-30 yl sonra Koçibey (?-1650)ünlü layihasında şöyle anlatmaktadır; “Nice yılyüz yıl mukaddem fetholunmuş kurâ ve mezarii (ziraat yapılan yar) birer tarik (yol) ile kimin paşmaklık (saraylılar için-terlik parası) ve kimin arpalık ve kimin temlik ettirip ve kendilerine tamam istiğna (doyum) geldikten sonra her biri tevabiine (hizmetlilerine) nice tımarlar ve zeametler ettirilip erbaı seyfin dirliklerini kat ettiler” (age.116).
Tımarlı asker sayısını azalırken ulufeli asker sayısı arttı. Doğal olarak hazine için kaynak sıkıntısı doğdu ve tımarlı sipahi dirlikleri olan topraklar hazineye geçti. Hazine topraklarında büyük çiftlikler doğmaya başladı, ağalar ortaya çıktı. Daha sonra bu ağaların bir kısmı ayan olup yarı bağımsız hükümdarlık, derebeylik oldular.
Tımarlı sipahiler azalıp ulufeli asker sayısı artınca hazinenin açığı hızla artmaya başladı. 1564’de hazinenin açığı 60 yükten ibaretken (bir yük yüz bin akça), 1650’de 1543 yüke çıkmıştı. Bu sırada ulufeli askerin yekûnu yüz bine yükselmiş bulunuyordu. (Dustûru-ül amel, s, 131-134)
1768’de Rusya ile savaş başladığında zaman orduda sadece 20 bin cebelû kalmıştı. 1787-1792 seferinde cepheden kaçan Anadolu tımarlıların tımarları 1791 yılında cezaen irad-ı cedid hazinesince zaptolundu.
1792’de on keseden fazla olan tüm dirliklere el konuldu ve dirliklerin usulüyle işletilmesine karar verildi. Dirliklerin iltizam usulü işletilmesine Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem Paşadan itibaren başlamıştır. Cevdet Paşa, bu usulün vahim neticelerini maruzat adlı eserinde yazmıştır.
1831’den sonra bütün tımar ve zeametler devlete geçmiştir. Daha sonra bu topraklar “icar-ı muaccele” denilen peşin para ile kiraya verildi.
Reaya / köylüler asırlardır işlettiği topraklarda ağaların kiracısı durumuna düştü. Ağa ve ayan sınıfı doğdu. Padişah II. Mustafa zamanında ayanlık devletçe tanınan bir müessese oldu. XVII: asrın sonunda imparatorluk hemen fetihten önceki feodal anarşi haline döndü (age. S, 120)
Osmanlının toprak sisteminin bozulması Ö. Lütfü Barkan, Halil İnalcık ve birkaç tarihçi ve Mustafa Akdağ tarafından incelendi. Toprak düzeni bozulup, sarayın ve ordunun maliyeti arttıkça Anadolu’daki Türkmenlerin derbent, kale muhafızlığı ve benzeri ayrıcalıkları ortadan kaldırıldı. Buna Türkmenlerin ve küçük tımar sahiplerinin, suhtelerin tepkisi 1600’lü yılların başında etkisi zirveye varmış olan Celali isyanları oldu. Anadolu yandı, yıkıldı. Ticaret, üretim zayıfladı. Halk dağlara sığındı. İsyanlar Kuyucu Murat Paşa’nın yüz bin yetişkin Türkmen’i öldürtmesiyle bastırabildi. İsyanlarda ölenlerin dışında açlık hastalık ve kıtlıktan yüz binler öldü. Bu tarihten sonra Anadolu’da nüfus hızla azaldı.
Avrupa’nın hızla merkezileştiği asırlarda Osmanlı feodalleşti.
Ağalar, ayanlar devletin aldığı vergiden fazlasını reayadan alıyorlardı. Bu durum hızla reayayı fakirleştirdi. Hastalık, açlık ve kıtlık kol gezmeye başladı. İmparatorluğun Müslüman nüfusun artış hızı vergileri nispeten daha düzenli olan gayrimüslim nüfusun artış hızının altında kaldı. Anadolu’ya gelen seyyahlar Müslüman köylerin sefalet içinde olduğunu yazarken, gayrimüslim reayanın yaşadığı köylerin bakımlı olduğunu yazarlar.
Osmanlı Devleti ağalara göz yummak zorunda kaldı. Vergi ve asker toplamak için ağalara ihtiyaç vardı. Diğer yandan Hristiyan köylü ağa zulmü altında ezilirken milliyetçi söylemlere daha çok kulak verdi. Slav ağalarda (çorbacılar) halkın tepkisini Osmanlı devletine yönelttiler. Tanzimat ve sonraki ıslahat fermanları köylünün üzerindeki yükü fazla hafifletmedi.
Angarya kaldırılınca Bosna’da Müslüman ağalar isyan ettiler. Balkanlardaki Hristiyan reayanın ayaklanma sebebi Halil İnalcık’ın tespitlerine göre aşırı vergiler ve miri toprak satın alamamaydı. 1848’de Bulgaristan’ı dolaşan Fransız memurları en büyük şikâyetin “vergi” olduğunu yazalar. Fransızlara göre vergi memurları keyfi davranıyorlardı. Bu durum Anadolu için de geçerliydi
Tanzimat Fermanı’nın Osmanlı Devleti için yeni bir isyan ve kargaşa devrini açmıştır diyebiliriz. Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da durumunun süratle iyileşmesini isteyen reaya ve Halil İnalcık’ın ifadesiyle, “diğer taraftan müktesep içtimai vaziyetleri dolayısıyla rejime uymayan sınıflar ve zümreler, daima hoşnutsuzluk göstermekten ve bunu isyana kadar götürmekten çekinmiyorlardı”.
Osmanlı’daki nüfus sorununa değinen bir yazarımız da Kemal Karpat’tır. Karpat, 1850-1914 yılları arasında çoğu Hristiyan Arap 1.200.000 yetişkinin Amerika ve Avrupa’ya göç ettiğini yazar.
Verginin iltizam usulüyle toplanması cumhuriyetin ilanına kadar sürmüştür.
Kısacası yeniçerilerin evlenmeleri, geçim sıkıntısına girmelerine yol açtı. Yeniçeriler geçim sıkıntısını gidermek için esnaflığa başladılar ve zamanla savaşma kabiliyetlerini yitirdiler. Tımar sisteminin bozulması ordunun maliyetini arttırdı. Diğer yandan da sarayın giderleri çok hızla arttı. Bunlara bağlı olarak devletin vergi sistemi çöktü. Vergi toplama sistemi iltizama geçince çiftçiler iflas etti ve bu sebepten köyler tarımsal gelişmelerin dışında kaldılar. Mültezim zulmü yer yer isyanlara sebep oldu. Hazine açıkları düşük akçeyle kapatılmaya çalışıldı.
Güç kazanan ulema yeniçeri isyanlarına destek verdi, önderlik etti. Ulemadan Şeyhülislam Feyzullah Efendi ve Sultan II. Mahmut döneminde Halet Efendi ülkeyi diktatörce yönettiler. Yeniçeri Ocağı kapatıldı, Bektaşilik yasaklandı ve Nakşibendilik Sultan II. Mahmut tarafından neredeyse resmi mezhep haline getirildi.
Bugün paralı ordu fikrini öne sürenlere bunun getireceği mali yükü düşünmelerini öneririm.
KAYNAKÇA
-Allen, W.E.D.1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Ankara-1966,
-Avcıoğlu, Doğan, Türklerin Tarihi, İstanbul-1982
-Berkok İsmail; Tarihte Kafkasya, İstanbul-1958
-Bıyıklıoğlu, Tevfik Trakya’da Milli Mücadele Ankara, 1992
-Bi Mahmut; Kafkas Tarihi, Ankara-2011
-Carthy, Justin Mc, Sürgün ve Ölüm, İstanbul-1995
-Galland, Antoine, İstanbul’a ait Günlük Hatıralar I (1672), Ankara-1998, TTK Yayınları
-Gözütoklu, Murat, Musul Özdemir Harekâtı, İstanbul-2008
-İmbert, Paul, Osmanlı İmparatorluğunda Yenileşme Hareketleri, İstanbul, (Basım yılı yok)
-İnalcık, Halil Osmanlı İdare ve Ekonomi Tarihi, İstanbul-2011
-İnalcık, Halil Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, İstanbul-2000
–İnalcık, Halil, Devlet-i Aliye I, İstanbul-2010
– İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye-III, İstanbul-2016
-İpek, Nedim, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara-199
-Kocacık, Faruk, Balkanlar’dan Anadolu’ya göçler (1878-1890), İstanbul-1980
-Mantran, Robert, Osmanlı Tarihi, İstanbul-1995
-Özden, Hilmi- Öz, Semih, Türk Okçuluk Tarihi, İstanbu2015, UKİD Yayını
-Sakin, Orhan, Yeniçeri Ocağı Tarihi ve Yasaları, İstanbul-2011, Doğu Kütüphanesi
-Silahdar Tarihi, Mustafa Nihat Özon, Ankara, Akba Kitabevi
-Smirnov,V. D, Osmanlı Dönemi Kırım Hanlığı, İstanbul-2016
-Şikorad, A.B,Osmanlı-Rus Savaşları. İstanbul-2103
-Tolstoy, Tolstoy’un Gizli Raporlarında Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul-2016, Yeditepe Yayınları
-Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Kapıkulu Ocakları I-II, Ankara-1998, TTK Yayınları
-Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara-1998, TTK Yayınları