Anadolu’nun Orta Asya’yla bağı tarih boyunca kesilmeden süregelmiştir. Mesafelerin uzunluğu, dağların aşılmazlığı, çöller, yağmurlar, kar-buz, kum fırtınaları yolcuları yıldırmamış. Kimisi bilime gitmiş, Bursa’dan Semerkant’a astronomi öğrenmeğe giden Kadızade-i Rumi gibi, kimisi okumak için, kimisi ekmek davası uğruna kendini yollara vurmuş.
Bazıları mecbur olduğu için bu yolculuğa çıkmış. Kader onları Ortaasya’ya sürüklemiş, mecburiyet bitince de Anadolu’ya dönmüşler. Bunlardan birisi de şair Ahmedi’dir.
Asıl adı Tâceddîn İbrâhîm bin Hızîr’dır. Şiirlerinde Ahmedî mahlasını kullanmıştır1334 yılında doğduğu tahmin edilir. Kütahya’da doğan şairimizin aldığı öğrenimini yetersiz bulunca Mısır’a gider. Mısır’da giderek Şeyh Ekmeleddîn’in öğrencisi oldu; Aydınlı Hacı Paşa ve Molla Fenârî ile arkadaşlık etti. Mısır’da tıp öğrenimi görmüştür. Anadolu’ya döndükten sonra tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte Aydınoğulları, Germiyanoğulları ve Osmanoğulları’nın hizmetinde bulunmuştur. Ahmedî, Aydınoğlu Îsâ Bey’in oğlu Hamza için ders kitapları yazmış; Germiyanoğlu Süleyman Şah’a şiirler sunmuştur. Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in oğullarından Emir Süleyman’ın hizmetine girmiştir.
Şairimiz için edebiyat tarihçileri 14. yy en büyük şairi olduğunu söylerler.
Mısır’da öğrenimini tamamladıktan sonra Kütahya’ya döner ve Germiyanoğlu Beyliği’ni yöneten Süleyman Şah’ın hizmetine girer. Bir zamanların güçlü beyliği ve Batı Anadolu’nun tek hâkimi olan bu Beyliğin yıldızı sönmektedir. Osmanoğulları’nın yıldızı parlamaktadır. Osmanoğulları Karesi Beyliğini ortadan kaldırmış, Balkanlar’a çıkmış; Bizans’ı sıkıştırmaya başlamıştır. Osmanoğulları’nın yöneticileri beylikten sultanlığa terfi etmişlerdir. İki gücün kapışması kaçınılmaz gözükmektedir. Germiyanoğulları çatışma yerine akrabalığı tercih ederler.
Sultan I. Murad’ın oğlu sonraki yıllarda Yıldırım unvanını alacak olan Şehzade Beyazıt, Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın kızı Sultan Hatun’la evlendirilir. Kütahya ve civarı gelinin çeyizi olarak Şehzade Beyazıt’a dolayısıyla Osmanlı Sultanlığı’na verilir.
Şairimiz Kütahya’yı terk etmez. Şehzade Beyazıt’ın maiyetine, meclisine girer. Beyazıt padişah olunca onu yanından ayırmaz. Beyazıt’ta sözünü sakınmayan şairimizi sever, sayar. Beyazıt Osmanlı’yı Balkanlar’dan atmak isteyen haçlı ordularını ardı ardına yener ve Yıldırım lakabını alır. Beyazıt, Bursa’nın girişindeki bir tepeye büyük bir külliye kurar. 1390-94 yılları arasında yapılan bu külliyeye 1400 yılında bir darüşşifa ekler. Darüşşifa, 52 metre uzunlukta ve 30 metre genişlikte 1560 metrekarelik bir yapıydı. Vakfiyede burası için “Darüşşifanın yanı sıra “Maristan” deyimi de kullanılıyordu. Vakfiyeye göre, hastanenin kadrosu 1 Baştabip, 2 tabip, 2 eczacı, 2 şerbetçi, 1 ekmekçi ve ı aşçıdan oluşuyordu. Doktorlar ve eczacılar için birer oda, hastalar için iki büyük oda mevcutmuş.
Bazı kaynaklara göre bu darüşşifada İshak bin Murat, Şair Ahmedi, Şeyhi ve Tebrizli Ali Çelebi’nin çalıştığı yazılıdır
Yıldırım Beyazıt barışta yanında ayırmadığı şairi savaşta da yanından ayırmaz. Ankara’nın Çubuk Ovası’nda Emir Timur’la 1402 yılında yaptığı savaşa da şairi götürür. Yıldırım Beyazıt’ın talihi bu savaşta döner. Anadolu askeri Emir Timur’un ordusundaki beylerinin yanına geçer. Anadolu askerini Kara Tatarlar izler. Yıldırım’ın yanında sadece kaynatası Sırp kralı kalır, askerleriyle. Savaşın kaderi belli olmuştur. Uyarılar, yalvarmalar netice vermez. Savaş meydanını terk etmeyen Yıldırım Beyazıt’ın yanında içlerinde Şehzade Musa, Mustafa ve Şair Ahmed’in bulunduğu küçük bir grup kalır.
Yıldırım, Timur’un elinde yaklaşık sekiz ay esir kalır ve Akşehir’de ölür. Cenazesini oğlu Musa Çelebi Bursa’ya götürür ve defneder. Timur Anadolu beylerine topraklarını geri verir. Yıldırım’ın ricası yerine getirir ve devletini yıkmaz. Kara Tatarları Anadolu’dan götürür. Yıldırım’ın topraklarını dört şehzadeye; Süleyman, İsa, Musa ve Mehmet çelebilere böler. Diğerlerini Şehzade Mustafa Çelebi, şair Ahmedi’yi ve Lami Çelebi’nin dedesi Ali Bin İlyas’ın içinde bulunduğu bir grup zanaatkar ve sanatçıyı yanına alarak göz bebeği Semerkant’a götürür. Timur sadece değerli gördüğü bu insanları götürmekle kalmaz, Bursa’daki kütüphanelerdeki değerli kitapları da yanında götürür. Bir kısmı Grekçe olan bu kitaplar 19. yüzyıla kadar Buhara’daki Han’ın sarayında muhafaza edilir. Şehre gelen seyyahlara “Sarayda anlaşılmayan dillerde yazılmış kitaplar var” diye anlatırlar. (E.Schuyler Türkistan, s 433)
Semerkant, Timur’un göz bebeğidir. Şehrin her tarafını camiler, medreseler ve saraylarla donatır. Fethettiği topraklarda yaşayan sanatçıları ve zanaatkarları Semerkant’a toplar. Yazdığı bir şiirinde “sevgilimin bir benine feda olsun Semerkant” diye yazan şair Şadi’yi yaka paça huzuruna getirtir.
Şairin üstü başı dökülmektedir. Timur huzuruna getirilen şairi şöyle bir süzer ve “Sen kimsin haline bakmadan benim gözbebeğim Semerkant’ı sevgilinin bir benine feda edersin. Üzerine giyecek bir çulun bile yok” Şair korkusuzca cevap verir. “Sultanım sevdiklerime her şeyimi vere vere üzerimde sadece bunlar kaldı.”
Emir Timur şairleri sever demiştik. Şair affedilir ve İran’a döner. Ahmedi, Timur’un meclisindedir artık. Şairimizin dili sivridir, sözünü esirgemez. Timur şairimizin açık sözlülüğünü takdir eder. Timur’un askeri gücünden etkilenen Ahmedi şu beyti yazar.
“Var anda bin tümen Türk-i kemankeş ki çıkar ok, peykanından ateş.”
“Onun bin tümen (bir milyon) okçu Türk askeri var
ok yuvasından ateş gibi çıkar” diye yazar.
Şair bu, yeri gelir över yeri gelir yerer. Emir Timur öldüğünde ise şunları yazar;
“Felek yere gövürüben Temur’u Konukladı et ilen mar-müru” “Felek yere vurdu Timur’u Yılan ve böcekler ağırladı onu”
Timur ölünce şair; Ali Bin İlyas gibi Anadolu’ya döner. Önce Edirne’ye gider, Süleyman Çelebi’nin sarayına yerleşir. Süleyman Çelebi’nin öldürülmesinden sonra Mehmet çelebi’ye intisab eder. 1414 yılında Amasya’da vefat eder.
Edebi çalışmaları
Ahmedi, dönemindeki şairleri çok etkilemiştir. Eserlerinde Fars şiir formunu uygulamaya çalışmıştır. Şiirlerinde genellikle yüksek zümreye (padişahlara, beylere) hitap etmiştir. Divanın dışında “Cemşid-i Hurşit ve Büyük İskender’in hayatını anlattığı “İskendername” mesnevileri ve “Esrarname” adlı eserleri vardır.
Batı Türkleri’nin ilk önemli şiir kitabı olan İskendernâme adllı mesneviyi Germiyanoğlu Süleyman Şah adına ele alarak 1390’da tamamladı. Devrin tüm ilimleri hakkında ansiklopedik bilgiler vermesi nedeniyle Türk dili ve edebiyatı açısından olduğu kadar bilim tarihi bakımından da önem taşıyan bu eserinin sonuna “Dasitan-ı Tevarih-i Müluk-ı Al-i Osman” adlı bölümü ekleyerek Emir Süleyman’a sundu.
İskendernâme’ye ilâve edilmiş bu bölüm, ilk Türkçe Osmanlı vekāyi‘nâmelerindendir. Ahmedî, ömrünün sonuna kadar İskendernâme üzerinde çalışıp onu zenginleştirmeyi sürdürmüştür. 1407-1408’de esere ilave edilen Mevlid, Türk edebiyatının bilinen ilk mevlididir,
Emir Süleyman’ın isteği üzerine Selmân-ı Sâvecî’nin “Cemşîd ü Hurşîd” adlı mesnevisini Türkçe’ye çeviren ve eklediği yeni kısımlarla âdeta yepyeni bir eser yaratan şair bu çalışmayı 1403’te tamamladı. Arapça-Farsça manzum bir lugat olan Mirķātü’l-edeb adlı eserini Aydınoğulları’ndan Îsâ Bey’in oğlu Hamza Bey için yazdı. Ayrıca Mirķātü’l-edeb’e bağlı olarak bir ders kitabı olarak Mîzânü’l-edeb ve Mi’yârü’l-edeb adlı risaleleri yazdı.
Emir Süleyman’ın 1411 yılında ölümünden sonra kendisine yeni bir hami arayan Ahmedî, Mehmed Çelebi’nin çevresine girmeye çalıştıTıp konusunda bir mesnevi olan ve 1403-1410 arasında kaleme aldığı “Tervîhu’l-ervâh” adlı eserini bazı eklerle Çelebi Mehmet’e sunmuştur.
Ahmedî ayrıca,] meşhur Şeyhî Sinan’ı Ahmedî yetiştirmiştir.
Ahmedi, 1413 yılında 80’li yaşlarda iken kimi kaynaklara Kütahya’da,kimi kaynaklara göre Amasya’da hayatını kaybetti.
*
Ali Bin İlyas ise, Acem ustalarla birlikte Bursa’ya gelir. Hacı ivaz Paşa’nın emriyle Padişah Çelebi Mehmet için gömüldüğü Yeşil Türbe’nin içinde bulunduğu külliyeyi yapar.
Söz şairlerden açılmışken Ali Şir Nevai’den söz edelim. Dünyaca ünlü Özbek şairin hocası Molla Cami’dir. Molla Cami halk tarafından çok sevilir. Halkın üzerinde gönül iktidarını kurmuştur. Hükümdarlar Molla Cami’ye büyük saygı gösterirler.
Aradan bir asır geçmiştir. Osmanlılar fetret devrini atlatmış imparatorluğa dönüşmüştür. İstanbul imparatorluğun başkenti olmuştur. Molla Cami’nin ünü İstanbul’a kadar uzanmıştır. Önce Fatih, sonra oğlu II. Beyazıt vardır. II. Beyazıt, Molla Cami’ye her yıl bin altın gönderir; ihtiyacı olanlara dağıtsın diye.
Molla Cami’nin talebesi olan Ali Şir Nevai’nin güzel şiirlerinden etkilendiğini kendisinin de Türkçe şiirler yazdığı söylenir.
Ali Şir Nevai yazdığı divanı Beyazıt Han’a gönderir. Padişah divanı incelemesi için başka bir şaire verir; Şair Ahmet Paşa’ya. Paşa divandaki yirmi şiire “Nazire” yazar. Şairimizin Bursa’da yaptırdığı medrese bugün müzeye dönmüştür. Müzedeki bazı takıların, tepeliklerin benzerini Taşkent’deki müzede görebilirsiniz. Ne de olsa aynı kültürden geliyoruz.
Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar.
Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu.
TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi.
Yayınlanmış kitaplarından bazıları:
"Kuşçubaşı Hacı Sami Bey",
"Özbek Mektupları",
"Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler",
"Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi".
Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır.
E-Posta: [email protected]