Quantcast
Yüz Yıl Önce Güney Cephesi… Gaziantep’in Kurtuluşunun 100’ncü Yılı – Belgesel Tarih

Nevin BALTA
Nevin  BALTA
Yüz Yıl Önce Güney Cephesi… Gaziantep’in Kurtuluşunun 100’ncü Yılı
  • 24 Ekim 2021 Pazar
  • +
  • -
  • Nevin BALTA /

Loading

19.yy. başlarında İngiltere Mısır üzerinde, Fransa ise Kuzey-Batı Afrika ile Suriye bölgesinde nüfuz sahası elde etmek çabası ve rekabetine giriştiler. Bu topraklar Osmanlı Devleti’ne ait topraklardı. Suriye, Akdeniz çevresindeki Mısır, Arabistan, Anadolu ve Irak gibi dört büyük bölgeyi coğrafi merkez olarak birbirine bağlarken bu bölgeler arasındaki ulaşım ve ticaret bağlantısını da yapan tek mevki durumunda idi. Bu bölgeye sahip olacak herhangi bir devlet, öteki devletlerin sömürgeleri ile bağlantısını kesebilirdi. İşte bir Osmanlı toprağı olan Suriye’nin bu ticarî ve stratejik durumu, Fransa’yı o zaman bu bölgeye yöneltti.

Ortak bir düşman karşısında bulunma tehlikesi onları bir müddet için birleştirmiş ve Almanya’yı yenmişlerdi. Almanya tehlikesi geçer geçmez aralarındaki rekabet tekrar başlamıştı. I. Dünya Savaşı’nın Orta Doğu’daki sorunlara son vermesi beklenirken Batılı devletlerin mücadelesine sahne olmuştu. İngiltere I. Dünya Savaşı’nda Arap Yarımadası, Suriye ve Irak’ta savaşın bütün yükünü çektiği iddiası ile Güneydoğu Anadolu’yu işgal etmişti. Başbakan Lloyd George, İngiltere’nin Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’yu işgalini, I. Dünya Savaşı’nda askerî başarılarının bir sonucu olarak görüyordu. Fransa ise bu bölge ile geçmişte tarihî bağları bulunduğu ve gizli Sykes-Picot Antlaşması’nda Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’nun kendilerine ayrıldığı gerekçesiyle bölgeyi işgal etmişti. Fransa, Osmanlı Devleti’nde karşı çıkılamayacak hakları olduğunu, tarihi antlaşmalara dayanan haklarının Suriye, Filistin, Lübnan ve Çukurova’yı içine aldığını belirtmekteydi. Bütün bunların yanı sıra her iki devlet bölgedeki işgallerine sebep olarak Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesini gösteriyordu.

Bu bölgede 3 Kasım 1918’de Musul’u işgal eden İngilizler, Musul Vilayeti’nden başka, 9 Kasım 1918’de İskenderun’u, 6 Aralık 1918’de Kilis’i, 17 Aralık 1918’de Antep’i, 22 Şubat 1919’da Maraş’ı ve 24 Mart 1919’da Urfa’ı işgal etmiş ve askerî harekâtını genişletmişti. Diyarbakır dolaylarında sürekli olarak zararlı propaganda yapmak suretiyle halk arasında güvensizlik yaratmak için çalışan İngilizlerin amaçları, yerleştirecekleri olumsuz düşüncelerle ve özellikle Kürtçülük cereyanını kamçılatarak İngiliz ve Fransızların desteği altında bir Kürt hükûmeti kurmak ve bu suretle bölgenin işgalini sağlamaktı. Esasen İngilizler, Irak bölgesinin Siirt, Mardin ve Diyarbakır Sancakları’nı da içine aldığını iddia ederek burayı işgal etmek istemişlerse de 13.’üncü Kolordu’nun uyanık davranarak direnmesi karşısında buna cesaret edememişlerdir. İngilizler bu faaliyetlerine hem propaganda şeklinde hem de bölgede mevcut aşiretlere para dağıtarak onları bu usullerle yanlarına çekmek suretiyle davam etmişlerdir.

Bölgede bazı aşiretler İngilizler tarafından elde edilmiş ve hükûmete karşı ayaklandırılmıştı. Hükûmet kuvvetleri bir yandan asayişsizliği yoluna koymaya çalışırken diğer taraftan da siyasi hareketlere engel olmaya uğraşıyorlardı. Çıkan ayaklanmalar, 13.’üncü Kolordu birliklerini oldukça güç duruma sokmuştu. Bu sebeple Urfa, Maraş, Antep bölgelerinde yapılan Millî Mücadeleye yardım için birlikler gönderilemiyordu.[1]

İngilizlerin ve Fransızların bu faaliyetlerinden cesaret alan bazı şahıslar tarafından Kürtçülük hareketleri başlatılmıştı. 1919’da İstanbul’da kurulan Kürt Teali Cemiyeti, Diyarbakır, Bitlis ve Elazığ’da şubeler açtı. Bu Cemiyet, Kürtleri ayrı bir millet sayarak Wilson prensiplerinden faydalanmak suretiyle, Osmanlı Devleti’ni ayırma ve parçalama siyasi amacıyla kurulmuştu. Bu Cemiyet mensupları yabancı devlet ve kurullarla da temasa geçerek millî güçlere karşı hareket etmiş ve doğu vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ile çalışmayı kabul etmeyerek işgal kuvvetleri ile iş birliği yapmışlardır.  Kürt Teali Cemiyeti üyeleri, Kürt Eğitim ve Öğrenci Yurdu ile Kadınları Yükseltme Kurulu adlarında üç cemiyet daha kurmuşlardır. Bu dönemde Diyarbakır’da bazı aşiret ve şahısların Kürtçülük faaliyetlerinde bulunduğu ve Kürtçülük yolunda toplantılar yaptıkları tespit edilmiştir. Bedirhani Aşireti’nden Kâmuran, Celadet ve Ali ile Diyarbakırlı Cemil Paşazade Ekrem adlarındaki kişiler, yabancılardan önemli miktarda para alarak propaganda amacıyla Diyarbakır bölgesine gelmiş; hükûmete karşı propaganda yapan İngiliz Binbaşı Edward Novil (Nowel) ve Kürt Kulubü Başkanı Cemil Paşazade Ekrem’den de destek almışlardı. Bu propaganda faaliyetlerinin en önemli ele başısı Novil, Diyarbakır, Savur, Midyat, Mardin, Siverek ve Urfa bölgelerinde dolaşarak buradaki aşiret reislerini hükûmet aleyhinde zararlı propagandaya yöneltmiştir.[2]

İngiliz ve Fransızların Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bu işgal hareketleri 15 Eylül 1919’da yapılan Suriye Antlaşması’yla yeni bir yön kazanmıştı. Bu anlaşmaya göre Musul bölgesini elde eden İngiltere, 1 Kasım 1919 tarihinde Adana, Maraş, Antep ve Urfa’dan çekilerek yerini Fransa’ya bırakmıştı. Bunun üzerine Fransızlar, 11 Aralık 1918’de Dörtyol’a, 17 Aralık 1918’de de Mersin’e çıkarma yaptılar. Antlaşma ile İngiltere, Fransa’yı Güneydoğu Anadolu’da sonuç alamayacağı bir maceraya sevk ederken, bu devletin diğer bölgelerde kendilerine olan direncini de kırmak istiyordu. Antlaşmadan her iki devlette memnun görünüyordu. İngiltere petrol bölgesi Musul’u, Fransa ise Musul petrollerinin akacağı İskenderun Körfezi ve kendi deyimleriyle “Alp Dağlarına sahip bir Nil deltası” olarak gördükleri Çukurova’yı elde etmişti. 1919 Aralık ayında Paris’te çıkan L’ınstransigeant gazetesi şöyle yazıyordu:

Çukurova’yı (Klikya’yı) Fransa’da kim bilir? Oysa biz şimdiye kadar gelecek için böylesine ümit verici zengin bir koloni kazanmamıştık. Bunun yanında Fransa, Suriye üzerindeki tarihi bağlarını dile getiriyor ve sanayinin ihtiyaç duyduğu pamuk hammaddesini karşılamak için Çukurova ve Güneydoğu Anadolu bölgesi üzerinde önemle duruyordu. Fransa’nın üzerinde durduğu bir başka konu ise Musul petrollerinin akacağı bir bölge olarak İskenderun Körfezi’nin stratejik konumu idi.” [3]

Günümüzde inşa edilen Kerkük-Yumurtalık boru hattı ile gerçekleştirilmeye çalışılan Bakü-Ceyhan petrol boru hattı düşünüldüğünde bu devletlerin yıllar öncesinden İskenderun Körfezi’nin stratejik konumunu dikkate almış olmaları dikkat çekicidir.

Batılı Ülkelerin Mücadele Sahası

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan İngiltere Hindistan yolu üzerindeki bu bölgeyi ele geçirmek için faaliyete geçti. Savaş telaşı içinde bol keseden yapılan dağıtım daha sonra İngiltere’yi rahatsız etti. Zira Filistin, Irak ve Suriye Cepheleri’nde tek başına savaşın bütün yükünü çeken ve Osmanlı Devleti’ni yenen İngiltere, bu nedenle Fransa’yı, Mondros Mütarekesi görüşmelerine katmamıştı. İngiltere’nin amacı, gizli antlaşmalar gereğince Fransa’ya vermesi gereken Musul’u, kendi elinde tutmaktı.  Bu sebeple İngilizler, Fransızları Mondros Antlaşması görüşmelerine bile katmamışlardı. İngiltere, Avrupa’da Fransızların güvenliğini sağlayan tedbirleri desteklemenin ücretini bu devlete Ortadoğu’da ödetmeyi düşünmekteydi. Bununla birlikte, İngiltere, tampon bölge fikrinden vazgeçmemiş, ancak savaş sona erdikten sonra stratejisini değiştirerek, tampon bölgenin sınırını daha kuzeye doğru çekmeye ve genişletmeye çalışmıştır.[4]

Orta Doğu’da istedikleri yeni düzeni kurmak için Mondros Mütarekesi’nden sonra Musul dahil bütün Irak bölgesini ve Güneydoğu Anadolu’yu işgal eden İngilizler, Türkleri İngiliz menfaatleri çerçevesinde bir anlaşmaya zorluyordu. Bunu sağlamak amacıyla, Batı’daki Yunan harekâtı ve Doğu’daki Ermenileri kullanıyorlardı. Ermenilerin yanına Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Türk vatandaşlarını da katmak isteyen İngiltere, bu amaçla bölgede etnik sorunlar çıkartmaya çalışıyor ve bölücülük faaliyetlerinde bulunuyordu. Bu girişimleri ile Anadolu’da oluşan millî faaliyetlere engel olmak istiyorlardı. Güneydoğu Anadolu’daki durumun kendi aleyhine olduğunu anlayan İngilizler, gelişmeleri kendi lehlerine çevirmek, Osmanlı Devleti’ne son darbeyi vurmak amacıyla Türk, Kürt ayrılığını yaratarak halkı birbirine düşürmeye çalışıyordu. Bu amaçla 1919 yılında Binbaşı Edward Novil (Nowel)’i bölgeye gönderdiler. 7 Nisan 1919’da Musul’dan hareket eden Noel 12 Nisan’da Nusaybin’e ulaşmıştı. Ancak Novil (Nowel), Nusaybin halkının ayrılık peşinde olmadığını anlamıştı. Bunun sebeplerinden birisi bölge halkının yabancı egemenliğini istememesi ve işgale karşı olmasıydı. Halkın gözünde Ermeni ve İngiliz aynı olup birbirinden farklı değildi. Nitekim Binbaşı Edward Novil (Nowei)’in görüştüğü aşiret reisleri kanlarının son damlasına kadar işgalcilere karşı savaşacaklarını söylemişti. Güneydoğu Anadolu’daki durumun kendi aleyhine olduğunu anlayan İngilizler, gelişmeleri kendi lehlerine çevirmek, Osmanlı Devleti’ne son darbeyi vurmak amacıyla Türk, Kürt ayrılığını yaratarak halkı birbirine düşürmeye çalışıyordu. Bu amaçla 1919 yılında Binbaşı Edward Noel’i bölgeye gönderdiler. 7 Nisan 1919’da Musul’dan hareket eden Noel 12 Nisan’da Nusaybin’e ulaşmıştı. Ancak Novil (Nowel), Nusaybin halkının ayrılık peşinde olmadığını anlamıştı. Bunun sebeplerinden birisi bölge halkının yabancı egemenliğini istememesi ve işgale karşı olmasıydı. Halkın gözünde Ermeni ve İngiliz aynı olup birbirinden farklı değildi. Nitekim Novil (Nowel)’in görüştüğü aşiret reisleri kanlarının son damlasına kadar işgalcilere karşı savaşacaklarını söylemişti.

Novil (Nowel) ilk izlenimlerinde bölücülüğün bölgede tabanı olmadığını, dini ve idari yönden devlete bağlı olan halkın, ayrılık düşüncesi içinde olmadıklarını ifade etmişti. İngilizlerin Ermeni yanlısı tavırlarının ve Ermeni tehdidinin bölge halkının milli bilincinin uyanmasında önemli rolü olmuştu. İngilizler işgalci güç olarak tepki görüyordu. İzmir’in Yunanlılarca işgali Güneydoğu Anadolu’daki gelişmelerin yeni bir boyut kazanmasını sağlamış ve yöre halkının Batı Anadolu’da olduğu gibi kendi bölgelerinin de işgalci Batılı bir devletin egemenliği altına alınacağı kuşkularını artırmıştı. Gelişmeler karşısında halk işgale karşı mücadele kararı almış ve Osmanlı Devleti’nden destek istemişti.[5]

İngilizler ve Fransızlar I. Dünya Savaşı sırasında aralarında yaptıkları gizli anlaşmalara göre Suriye’yi işgal ettiler. Her ne kadar bölgede Faysal yönetiminde Suriye Krallığı kurulmuşsa da bunun da uzun ömürlü olmayacağını Suriyeliler anlamışlar, bu sefer de işgal kuvvetlerine karşı Türklerle işbirliği yollarını aramaya başlamışlardı.[6]

İşte bu arayışta ve iş birliğinde Arap milliyetçileri ilk olarak Suriye’deki Türkmenler ile temasa geçtiler. Yeni kurulan Suriye Krallığı’nın bilhassa askerî kuvvetlerine komutanlık etme teklifleri Türklere gelmişti. Şam’da doğan ve Türk olan Kurmay Albay Yahya Hayati Bey, 1918 Mondros Ateşkesi sırasında emekli iken, Suriye Kralı Faysal tarafından kendisine bir mektup gönderilerek, Suriye ordularının başkomutanlığı teklif edilmişti. Bu sırada Anadolu’da da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Millî Mücadele hareketi başlamıştı. Yahya Hayati Bey, M. Kemal Paşa’nın onayını alarak, Araplarla iş birliğine girişmiştir. Hayati Bey, Suriye’nin ileri gelenlerine Türkiye’nin yenilmesi hâlinde Suriye’nin de tam olarak işgal edileceğini anlatmış ve gerçek durumu idrak eden Suriyeliler Türklerle ortak hareket etme kararı almışlardı. Fransızların Faysal’a Suriye’nin tam olarak işgali anlamına gelen bir ültimatom gönderdiği sırada Türklerin direnme fikri onlara cesaret vermiş, onlar da bu ültimatomu ret etmişlerdir.[7]

Anadolu’daki Türk Milli Mücadele Hareketi ile Suriye’deki Faysal Hükûmeti arasında kurulan ilişki, Şam doğumlu bir Türk olan Kurmay Albay Yahya Hayati Bey’e Faysal tarafından Suriye başkomutanlığının teklif edilmesiyle başlamıştı.[8] Yahya Hayati Bey’den faydalanmak isteyen Suriye Kralı Faysal, Yahya Hayati Bey’e bir mektup göndererek Suriye Ordusunun Başkumandanlığını teklif etmişti. Yahya Hayati Bey, arkadaşı Mustafa Kemal Paşa’dan izin alarak, Suriye’ye gelmiştir.[9] Mustafa Kemal, Suriye’nin egemen bir devlet olarak Türkiye’nin gerisinde (jeostratejik konum itibariyle) olmasının menfaatlerine uygun ve Hayati Bey’in bu uğurda çaba göstermesinin uygun olacağını düşünerek kendisinin Suriye’ye gitmesine izin vermiştir.

Hayati Bey’in tesiri ile Faysal Suriyesi ve Türk Ulusal Hareketi 1919 yılından itibaren ortak düşman Fransa’ya karşı birlikte hareket etme kararı aldı. Bu dönemde Mustafa Kemal, Suriye’deki Faysal taraftarlarını destekledi ve cesaretlendirdi. Hayati Bey’in teşvikiyle Faysal, Atatürk’le işbirliği hususlarını görüşmek üzere Ankara’ya Binbaşı Bedi Bey ve Sait Haydar Beylerden kurulu bir heyeti gizlice gönderen Faysal da bu desteği karşılıksız bırakmadı. Ancak İngilizlerin bunu haber alması üzerine Faysal heyeti geri çağrılır.[10]

Öte yandan 16 Mart 1920’de İstanbul müttefik güçler tarafından işgal edilmişti. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’un işgal edilmesini İslam dünyasına duyururken, Halifeliğin merkezinin düşman işgaline uğradığı ve vatanın kurtuluşu için girişilen mücadeleye manevi yönden yardım beklediklerini yayımladığı beyannamede şöyle vurguluyordu:

Şam’ın Kurtuba’nın, Kahire’nin, Bağdat’ın sukutundan sonra İslamın son Dar’ül-Hilafesi İstanbul da düşman silahlarının gölgesine düştü. Afrika’da, Hindistan’da İç Asya’da kahır ve cebir altına giren kardeş yurtlarına ağlarken, şimdi Kıble-i İslam’ı, Ravza-i Nebevi’yi taşıyan Hicaz ve Yemen kıt‘aları, Filistin, Irak, İngiliz saltanatının engin ve nihayetsiz anayolu hâline geldi. Milletimize ve onun istiklali uğruna giriştiği mücadeleye manevi desteğinizi bir saniye bile eksik etmeyin.”[11]

Mustafa Kemal Paşa, Ortadoğu’daki tüm Araplara, Afganistan’a ve Hindistan’a kadar tüm İslam dünyasına bildiriler göndermekteydi. Şeyh Ahmet Şerif es-Sunusi de Mustafa Kemal Paşa’ya hizmet etmeye hazır olduğunu bildirmişti. [12]

Mustafa Kemal Paşa, Suriye’deki Millî Mücadele taraftarlarından, Suriyelilerin düşmana karşı harekete geçmelerini sağlayacak beyannameler dağıtmalarını istemiş, bu yayınlar hem Suriye’deki partilerin Türkiye taraftarı bir politika izlemelerine hem de Halifeliği savunmalarına yol açmıştı. İtilaf Devletlerini endişelendiren Türk-Arap İttifakı, Anadolu’da İtilaf devletlerine karşı yapılan mücadeleyi de kolaylaştırıyordu.  Suriye’deki İslam Birliği Cemiyeti, Paris’te toplanan Barış Konferansı’na 600 imzalı bir telgraf göndererek, Halifeliği temsil eden Osmanlı Devleti’nin İstanbul’dan çıkarılmasına, halkı Türk olan yerlerin anavatandan koparılması ile Türk bağımsızlığının çiğnenmesine itiraz etmişti.[13]

1916’da İngiliz-Fransız Sykes-Picot gizli anlaşmasına göre, İngilizler 3 Kasım 1918’de Musul’u, Musul Vilayeti’nden başka 9 Kasım 1918’de de İskenderun’u, 6 Aralık 1918’de Kilis’i, 17 Aralık 1918’de Antep’i, 22 Şubat 1919’da Maraş’ı ve 24 Mart 1919’da Urfa’ı işgal etmiş ve askerî harekâtı yönünde genişletmişti.

İngilizler Fransa’ya karşı bir pazarlık konusu olarak işgal ettikleri petrol sahası Musul vilayetiyle birlikte Kilis, Cerablus, Birecik, Urfa, Maraş ve Antep’i 15 Eylül 1919’da Paris’te yaptıkları anlaşmayla Fransızlara devrini karalaştırmışlardı. Böylelikle İngilizler kendileri için riskli olmaya başlayan bu bölgeyi Fransızlara bırakarak onları Türklerle karşı karşıya bıraktılar Türklerin, Anavatanlarına dahil bu toprakları nasıl olsa yabancılara bırakmayacaklarını anladıklarından, Fransızların dikkatini Klikya bölgesine toplayarak petrol bölgesini alma imkânına kavuştular. Nitekim İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir de Robeck’in 12 Kasım 1919’da Lord Curzon’a yolladığı raporda Antep, Urfa Maraş işgallerini protesto telgraflarından söz etmekte, millî hareketin teşkilatlandırdığı halkın birliğinden duyduğu tedirginliği şöyle dile getirmekte:

            “Suriye ve Güneydoğu Anadolu’nun İngiliz işgalinden Fransız işgaline devri hususundaki kararın açıklanması üzerine burada görülen tepki, Adana bölgesinin Türkiye’nin tabiî ve ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya koymuştur. Nitekim bu karar üzerine İstanbul’daki Müttefik Devletlerin Yüksek Komiserlerine memleketin çeşitli yerlerinden gönderilen telgraflarda Fransızların Antep, Urfa ve Maraş’ı işgalleri protesto edilmiştir. Gelen telgrafların hemen hemen aynı formun tekrarından ibaret bulunuşu millî hareketin teşkilatlanışının yaygın ve süratli olduğunu, mütareke sırasında Türk yönetiminde kalan toprakların bölünmesini gerektiren Barış Konferansı kararının tanınmaması fikrinin ne derece yaygın hâle geldiğini ve bu hususta milliyetçi hareketin ne kadar gayretli bulunduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır.”

Bu mesajın altına G. Kidstun tarafından konulan notta şunlar yazılıdır:

Fransızların Anadolu’ya sızma çabalarını teşvik etmeliyiz. Böylece onları sonuç alamayacakları bir alanda uğraştırıp, daha makul olabilecekleri alanlardan dikkatlerini dağıtmayı başarabiliriz.”

Yurt çapında yapılan işgali protesto mitingleri ve işgal güçlerine çekilen telgraflar, ahalinin şiddetli tepkisi hiçbir işe yaramadı. Fransızlar, Fransız üniforması giydirdikleri Ermeni asıllı askerlerle bölgeyi işgale başladılar. Fakat bu kuvvetlerin de yetmeyeceğini hesaplayarak yeni millî Ermeni alayları kurdular.[14]

1919 sonlarından itibaren Suriye’deki Fransız garnizonlarına karşı başlatılan yoğun saldırılar üzerine Fransızlar, Şam Hükûmeti üzerindeki baskılarının artmıştı.[15] Faysal’ın başında bulunduğu Arap Hükûmetinin sonu yaklaş­tıkça Türk Hükûmetiyle irtibat kurma çabalarının yoğunlaştığı gözlen­mekteydi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun işgal altındaki bazı Arap vilayetlerinde Türk millî mücadelesinin başladığı günlerde kurulan bazı Arap millî teşkilatları Türk milliyetçileriyle iş birliği yapmak istediklerini bildirmişlerdi.[16] Anadolu hareketi ile ilişki kurmak için girişimlerde bulunan Arap millî teşkilatları Türkiye’nin ordusunu ve kaynaklarını sınırları dışına yayamayacağı cevabı ile karşılaşmıştı. Kuvayı Millîye’nın Suriye teşkilatı, bilhassa Fransızların Anadolu’ya ilerleyişini durdurmak için faaliyet gösterdi.  Anadolu’daki mücadeleye silah ve cephane desteğinde bulundu. Kâzım Karabekir’in, Kuvayı Millîye’nin Suriye’ye yayılmasına itirazına karşılık M. Kemal Paşa cevaben, Misak-ı Millî’nin Araplarla Türklerin birbirinden ayrılmaz olduklarını ilan ettiğini bildirmiştir. Kuvayı Millîyeciler gerekirse Suriye ile federasyon kurmaya hazırlanıyordu.[17]

Suriye’nin 24 Temmuz 1920’den itibaren Fransızların işgali altına düşme­si, güneydoğu Anadolu’da ve özellikle Antep civarında hareketlenme­ye yol açtı. Bu sırada bölgede bulunan Özdemir Bey’in gözlemleri hayli isabetlidir: “… elyevm, Suriye kıtası bir Hükûmetsizlik içindedir… Ha­lep’te Talib Aziz El-Azme, Hama ve Humus’da da diğerleri ayrı ayrı Hükûmetler teşkil etmişlerdir… Bunlarla Bab’da buluştuk… Haleb’in sukutu hakkında uzun uzadıya malumat verdiler… Türk Kuvayı Milliyesi geldiği takdirde iltihak edeceklerini bildiriyorlar… Haleb’in garbında bizim teşkil ettiğimiz…. bazı çete rüesasından aldığım haberde… bizim is­tediğimiz taraflara gitmeye hazır olduklarını bildiriyorlar… Ahval, bi­zim harekâtımızı son derece teshil edecek vaziyettedir..”[18]

1920 yılının mayıs ayının başlarında Fransızlar, Suriye’deki askeri hareketlerini daha serbest olarak gerçekleştirmek üzere TBMM Hükûmeti ile anlaşma yolları aramaya başlamışlar, yapılan temaslar sonucunda 30 Mayıstan itibaren geçerli olmak üzere Türklerle Fransızlar arasında 20 günlük bir ateşkes imzalanmıştı.

30 Mayıs-18 Haziran 1920 Mütarekesi ve Adana Cephe Komutanlığı’nın Kuruluşu

Mondros Mütarekesi ardından Güneydoğu Anadolu Bölgesini işgal eden İngilizler, işgalden sonra başka yerlere göç etmiş olan Ermenilerin bölgeye gelmesini temin ettiler. Fransız ve İngilizlerin açık desteğinden cesaret alan Ermeniler bazı yerli halka hakaretlerde bulunmakta ve fırsat buldukça saldırmaktaydılar. Öyle ki, İngilizler Ermenilerin bu gibi şımarıklıklarını ve tecavüzlerinin gittikçe arttığı ve Türkler üzerinde, İngilizlere karşı devamlı bir reaksiyon yarattığını gördükçe Türklerin ayaklanmasına sebep olacağı düşüncesiyle tedbir almaya başladılar.[19]

İngilizler Fransa’ya karşı bir pazarlık konusu olarak işgal ettikleri Kilis, Cerablus, Birecik, Urfa, Maraş ve Antep’i 15 Eylül 1919’da Paris’te yaptıkları anlaşmayla Fransızlara devrini kararlaştırdılar. Böylelikle İngilizler kendileri için riskli olmaya başlayan bu bölgeyi Fransızlara bırakarak onları Türklerle karşı karşıya bıraktılar. Fransızların dikkatini Klikya bölgesine toplayan İngiltere’nin İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir de Robeck, 12 Kasım 1919’da Lord Curzon’a yolladığı raporda Antep, Urfa ve Maraş’taki işgalleri protesto telgraflarından söz etmekte, millî hareketin teşkilatlandırdığı halkın birliğinden duyduğu tedirginliği şöyle dile getirmekte:

            “Suriye ve Güneydoğu Anadolu’nun İngiliz işgalinden Fransız işgaline devri hususundaki karararın açıklanması üzerine burada görülen tepki, Adana bölgesinin Türkiye’nin tabiî ve ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya koymuştur. Nitekim bu karar üzerine İstanbul’daki Müttefik Devletlerin Yüksek Komiserlerine memleketin çeşitli yerlerinden gönderilen telgraflarda Fransızların Antep, Urfa ve Maraş’ı işgalleri protesto edilmiştir. Gelen telgrafların hemen hemen aynı formun tekrarından ibaret bulunuşu millî hareketin teşkilatlanışının yaygın ve süratli olduğunu, mütareke sırasında Türk yönetiminde kalan toprakların bölünmesini gerektiren Barış Konferansı kararının tanınmaması fikrinin ne derece yaygın hâle geldiğini ve bu hususta milliyetçi hareketin ne kadar gayretli bulunduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır.”

Bu mesajın altına G. Kidstun tarafından konulan notta şunlar yazılıdır:

Fransızların Anadolu’ya sızma çabalarını teşvik etmeliyiz. Böylece onları sonuç alamayacakları bir alanda uğraştırıp, daha makul olabilecekleri alanlardan dikkatlerini dağıtmayı başarabiliriz.”

Yurt çapında yapılan işgali protesto mitingleri ve işgal güçlerine çekilen telgraflar, ahalinin şiddetli tepkisi hiçbir işe yaramadı. Fransızlar, Fransız üniforması giydirdikleri Ermeni asıllı askerlerle bölgeyi işgale başladılar. Fakat bu kuvvetlerin de yetmeyeceğini hesaplayarak yeni millî Ermeni alayları kurdular.[20]

Fransızların Güneydoğu Anadolu’yu işgal edecekleri haberinin bölgede duyulması üzerine ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi buralarda da halk, mitinglerle tepkilerini dile getirdi.  Bu mitingler 15 Ekim 1919’da Maraş’ta, 25 Kasım 1919’da Ayntâb, 1-7-12 Kasım 1919 Urfa, 25-28 Ekim 1919 ve 11-15 Kasım 1919 tarihlerinde Mardin, 11-17 1919’da Elbistan, 28 Ekim 1919 Viranşehir, 3-15 Kasım Dersim, 28-29 Ekim Kilis, 30 Ekim 1919 ve 11 Kasım 1919 tarihlerinde Nusaybin, 12 Kasım 1919 Silvan, 4 Kasım 1919 Elaziz, 9 Kasım 1919 Çemişgezek, 2-15 Kasım Maden, 9 Kasım 1919 Çemişgezek, 2-15 Kasım 1919 Maden’de protesto mitingleri yapıldı.[21] Ayıntâp, Urfa, Adana vilayetlerindeki Fransız memur ve askerlerinin Ermenilerle birlikte yaptıkları insanlık dışı hareketleri Diyarbakır’da  “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” ve şehrin ileri gelenleri tarafından 20 Ocak 1920 tarihinde şiddetle protesto edildi.[22]

Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta savaş cephelerinin durumunu şöyle anlatıyordu:

            “Efendiler, Meclis’in açıldığı ilk günlerde, çeşitli cephelerin ne durumda olduklarını da hep birlikte bir defa daha hatırlayalım : İzmir Yunan Cephesi : Yüksek Heyetinizce de bilinmektedir ki, Yunanlılar İzmir’e çıktıkları zaman, orada, 17’nci Kolordu Komutanı olarak, karargâhıyla birlikte Nadir Paşa bulunuyordu. Kuvvet olarak, Yarbay Hurrem Bey komutasında 56’ncı Tümen’in iki alayı vardı. Bu kuvvet, özellikle, kolordu komutanının emriyle, düşmana karşı koydurulmaksızın, büyülü hakaretler altında, Yunanlılara teslim edilmiştir. Bu tümenin bir alayı (172’nci alay) Ayvalık’ta bulunuyordu. Komutanı Yarbay Ali Bey (Afyonkarahisar Milletvekili Albay Ali Bey) idi. Yunan ordusu işgal alanını genişletirken, Ayvalık’a da asker çıkardı. Ali Bey, bu Yunan kuvvetine karşı 28 Mayıs 1919’da savaşa girişti. Bu tarihe kadar, Yunan birlikleri hiç bir yerde ateşle karşılık görmemişti. Aksine, bazı şehir ve kasabalar halkı korkutulmuş, İstanbul Hükûmeti’nin emirlerine uyarak idare âmirleri başta olmak üzere, Yunan birliklerini özel hey’etlerle karşılamışlardı. Ali Bey’in Ayvalık bölgesinde muharebe cephesi kurması üzerine, yavaş yavaş Soma’da, Akhisar’da, Salihli’de millî cepheler oluşmaya başlamıştı.”[23]

1919 yılının 5 Haziranından başlayarak, Albay Kâzım Bey (Meclis Başkanı Kâzım Paşa hazretleri), Balıkesir’deki 61’inci Tümen’in komutasını, vekâleten üzerine almıştı. Daha sonra Ayvalık, Soma, Akhisar kesimlerini içine alan Kuzey Cephesi Komutanlığı’nı yaptı. Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’na tayin edilmesinden sonra, Kâzım Bey’e, Kuzey Kolordusu Komutanlığı makam ve yetkisi verildi. Aydın dolaylarında, İzmir’in işgalinden sonra, asker ve halktan bazı vatanseverler, Yunanlılara karşı savunma, halkı cesaretlendirme ve silâhlı millî teşkilat kurma gayretleriyle çalışıyorlardı. Bu arada İzmir’den adve kıyafet değiştirerek o bölgeye gitmiş olan Ce1â1 Bey ( İzmir Milletvekili Ce1â1 Bey’dir)’in gayret ve fedakârlığı anılmaya değer. 15/16Haziran 1919 gecesi, A1i Bey’in Ayvalık’tan gönderdiği kuvvetler, Bergama’daki Yunan işgal kuvvetlerini bir baskınla perişan etmişlerdi. Bu baskına, kısmen, Balıkesir ve Bandırma’dan gönderilen kuvvetler de katılmıştı. Bu olay üzerine, Yunanlılar, dağınık ve zayıf müfrezelerini geri çekip toplamak gereğini duydular. Bu arada Nazilli’yi de boşalttılar. Bu sebeple, Aydın’da hazırlıkta bulunurken, çevreden toplanan halk kuvvetleri bunları sıkıştırmaya başladı. Yunanlılarla halk arasında şiddetli bir çarpışma oldu. Sonunda, Yunanlılar, Aydın’ı da boşaltıp çekildiler.[24]

Atatürk Fransızlarla yapılan görüşmeye Nutuk’ta şöyle yer vermiştir.

a) Fransız birliklerine karşı doğrudan doğruya Adana bölgesinde Mersin, Tarsus, Islahiye bölgelerinde ve Silifke dolaylarında millî kuvvetler kurulmuş ve çok cesurca işe girişmişlerdi. Adana’nın doğu bölgesinde, Tufan Bey adıyla hareket eden Yüzbaşı Osman Bey ‘in kahramanlıkları kayda değer. Millî müfrezeler, Mersin, Tarsus, Adana şehirlerinin girişlerine kadar sokulup hâkim oldular. Pozantı’da Fransızları kuşatarak geri çekilmeye mecbur ettiler.

b) Maraş’ta, Antep’te, Urfa’da önemli muharebe ve çarpışmalar oldu. Sonunda işgal kuvvetleri buradan çekilmeye mecbur edildiler. Bu başarıların kazanılmasında büyük rolleri olan Kılıç A1i ve Ali Saip Bey’lerin adlarını anmayı bir görev sayarım.

Fransız işgal bölgelerinde ve cephelerinde millî kuvvetler, her gün daha esaslı bir şekilde teşkilâtlanıyorlardı. Millî kuvvetler, ordu birlikleri ile desteklenmeye başlanmıştı. İşgal kuvvetleri, her tarafta sıkı ve şiddetli bir şekilde zorlanıyordu.

Efendiler, bu durum üzerine Fransızlar, 1920 Mayısından başlayarak bizimle temas ve görüşme imkânları aradılar. Önce Ankara’ya İstanbul’dan bir binbaşı ile bir sivil geldi. Bu şahıslar, İstanbul’dan önce Beyrut’a gitmişler. Eski Van Milletvekili Haydar Bey bunlara aracılık ediyordu. Bu buluşma ve görüşmelerimizden elle tutulur bir sonuç çıkmadı. Fakat Mayıs sonlarına doğru Suriye Fevkalade Komiseri adına hareket eden Mösyö Duquest adında bir zatın başkanlığında bir Fransız Hey eti Ankara’ya geldi. Bu hey’etle yirmi günlük bir ateşkes anlaşması yaptık. Bu geçici anlaşma ile biz, Adana bölgesinin boşaltılmasına bir başlangıç hazırlama hedefini güdüyorduk. Efendiler, bu Fransız hey’etiyle yaptığım yirmi günlük ateşkes anlaşması, Büyük Millet Meclisi’nde bazılarının itirazlarına uğradı. Oysa, benim bu anlaşmayı kabul etmekle sağlamak istediğim yararlar şunlardı :

Önce, Adana bölge ve cephelerinde bulunan ve kısmen askerle de takviye edilen millî kuvvetleri, sükûnetle yeniden düzenlemek istiyordum. Millî kuvvetlerin bu çarpışma aralığında dağılabileceklerini de dikkate alarak, ateşkes tebliği yanında bazı tedbirlerin alınmasını da emrettim. Bundan başka, Efendiler, önemli saydığım siyasî bir yararlanmayı da hesaba katıyordum. Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti, daha İtilâf Devletleri’nce elbette ki tanınmamıştı. Aksine, memleket ve milletin kaderiyle ilgili konularda, İstanbul’da Ferit Paşa Hükûmeti ile ilişki ve işlemlerde bulunmakta idiler. Bu bakımdan, Fransızların İstanbul Hükûmeti’ni bir tarafa bırakıp Ankara’da bizimle görüşmeleri ve herhangi bir konuda uyuşmaları, o gün için sağlanması yararlı önemli siyasî bir nokta idi. Bu ateşkes görüşmesinde, millî sınırlarımız içinde olup da Fransızlar tarafından işgal altına alınmış bulunan bölgelerin tamamı ile boşaltılmasını açık ve kesin bir dille istedim. Fransız delegeleri, bu konııda yetki almak üzere Paris’e gitmek mecburiyetini ileri sürdüler. Yirmi günlük ateşkes anlaşması, bir bakıma daha esaslı bir anlaşma yapmak için yetki almaya zaman bırakmak gibi kabul edildi. Efendiler, bu görüşme ve konuşmalarımızdan bende uyanan izlenim, Fransızların Adana ve dolaylarını boşaltacakları merkezinde idi. Bu düşünce ve inancımı, Meclis’e ifade etmiştim. Gerçi Fransızlar, ateşkes süresi sona ermeden Zonguldak’ı işgal etmek suretiyle anlaşmanın yalnız Adana bölgesine ait olduğunu göstermek istemişlerse de, biz, bu hareketin ateşkesi hükümsüz bıraktığı sonucuna vardık. Fransızlarla anlaşmamız bir süre gecikti.”[25]

Mustafa Kemal’in Nutuk’ta “Fransız işgal mıntıkalarında ve cephelerinde millî kuvvetler, her gün daha esaslı bir surette taazzuv ediyorlardı (organize oluyorlardı). Millî kuvvetler, nizamiye kıtaatıyla de takviye olunmağa başlanmıştı. İşgal kuvvetleri, her taraftan sıkı ve şedit bir surette tazyik ediliyordu.” sözleriyle de ifade ettiği gibi millî kuvvetlerin “tazyik”leriyle köşeye sıkışan Fransızlar, Suriye’deki askerî hareketlerini daha kolay gerçekleştirmek için 1920 yılının Mayıs ayı başlarında TBMM Hükûmeti ile anlaşma yolları aramaya başlamışlardı. Yapılan temaslar sonucunda 30 Mayıs 1920 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Türklerle Fransızlar arasında 20 günlük bir ateşkes imzalandı.

Fransızlar, Antep’te bulunan kuvvetlerinin bir kısmını Katma’ya çektikten sonra, dağınık hâlde bulunan III. Fransız Tümenini de harekete geçirerek, kuzeyden ve güneyden geliştirdikleri hü­cumla Suriye’deki işgal hareketini tamamlamak niyetindeydiler. Bundan sonra dikkat­lerinin Antep ve Adana üzerinde yoğunlaşacağı tabii idi.[26]

Ateşkesin bitmesi ile savaş yeniden başlarken TBMM Hükûmeti, Güney Cephesinde yeni bir düzenlemeye gitti. 27 Haziran 1920 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile yeni kurulan Adana Cephesi Komutanlığına Kolordu Komutanı yetkisi ile Albay Selahattin Adil Bey atandı. Adana Cephesi, Mersin’den başlayarak Fırat Irmağı’nca uzanan Fransızlarla olan cepheyi içine almaktaydı. Bu cephe içerisinde bulunan sancak ve kazaların lojistik ve askerlik şubeleri de Adana Cephesi Komutanlığına verildi. Yine cephe içerisinde yer alan bölgelerde bulunan askeri birlikler ve millî kuvvetler Adana Cephesi buyruğuna gireceklerdi. [27] TBMM’nin 9 Kasım 1920 tarih ve 337 sayılı şifresi ile Adana Cephesi Komutanlığı 2. Kolordu Komutanlığı adını almıştır. Adana, Antep, Urfa, Maraş ve Kilis Kuvayı Milliyesi de Adana Cephesi Komutanlığına yani 2. Kolordu’ya bağlandı. Artık bu cephede Fransızlarla mücadele tek elden yürütülecek; bölgede bulunan gerek düzenli askeri birlikler ve gerekse milis kuvvetler bir koordine içerisinde hareket edeceklerdi. 2. Kolordu Karargâhı,  27 Kasım 1920’de Antep’in 30 kilometre kadar kuzeyindeki Koçlu’ya nakledilmişti.[28]

Fransız işgali üzerine kurulan ve bu bölgedeki Millî Mücadeleyi tek elde toplayan Güney Cephesi, hukuken 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşması ile kapandı. Atatürk bu Anlaşma’nın yapılışını Nutuk’ta şöyle anlatmıştır.

“Efendiler, Sakarya muzafferiyetinden sonra, Batı ile olan müspet ve neticeli temas ve münasebetimizi, Ankara İtilâfnamesi teşkil eder. Bu İtilâfname, Ankara’da teşrinievvel (ekim) 1921 de imza edilmiştir. Bu hususta mücmel (toplu) bir fikir vermek için, kısa bir izahta bulunayım. “Muhtelif esbaptan dolayı, Suriye’den maada bu bahsettiğim vilâyetlerimizi tahtı işgalinde bulunduran Fransızların da, bizimle anlaşmağa mütemayil oldukları, anlaşılmakta idi. Gerçi, Bekir Sami Beyin Mösyö Biriyan’la yaptığı, Hükümet-i Millîyemizce gayrikabili kabul itilâfname, ret olunmuş idiyse de, ne Fransızlar ve ne de biz, idame-i muhasamata hahişker (çatışmaya devama hevesli) bulunmuyorduk. Bu sebeple tarafeyn yekdiğeriyle temas aramağa başladı. Fransa Hükümeti, Nüzzarı Sabıkadan (eski Bakanlardan) Mösyö Franklen Buyyonu, evvelâ gayri resmî olarak, Ankara’ya göndermişti. 9 Haziran 1921 tarihinde Ankara’ya muvasalat eden Mösyö Franklen Buyyon ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Paşa Hazretlerinin huzurlarıyla bizzat iki hafta kadar müzakeratta bulundum. “Ben, bizim için nokta-i hareketin, Misak-ı Millî muhteviyatı olduğu esasını vazettim. “Mösyö Franklen Buyyon, prensipler üzerinde münakaşa etmenin müşkülâtını dermeyan ederek, Sevr Muahedesinin bir emrivaki olarakmevcut olduğunu söyledikten sonra, Londra’da Bekir Sami Bey’le Mösyö Briyan’ın yaptıkları İtilâfnameyi esas ittihaz etmek ve bu İtilâfname muhteviyatının, Misak-ı Millîye muhalif olan noktaları üzerinde, münakaşada bulunmak münasip olacağı mütalaasını serdetti. Bu teklifin de haklı olduğunu teyiden, Londra’ya giden murahhaslarımızın Misak-ı Millîden bahsetmediklerini ve Misak-ı Millînin ve hareket-i millîyenin, değil Avrupa’da, henüz İstanbul’da bile takdir edilmemiş olduğunu zikretti. “Ben, verdiğim cevaplarda dedim ki: “Eski Osmanlı İmparatorluğundan yeni bir Türkiye vücuda gelmiştir. Bunu tanımak lâzımdır. Bu yeni Türkiye, her müstakil millet gibi hukukunu tanıtacaktır. Sevr Muahedesi Türk milleti için o kadar meş’um bir idam kararnamesidir ki, onun bir dost ağzından çıkmamasını talep ederiz. Bu mükâlememiz esnasında dahi Sevr Muahedesini telaffuz etmek istemem. Sevr Muahedesini, dimağından çıkarmayan milletlerle, itimat esasına müstenit muamelata girişemeyiz. Bizim nazarımızda böyle bir muahede yoktur. Londra’ya giden Heyet-i Murahhasımız Reisi, bundan bahsetmemiş ise verdiğimiz talimat ve salâhiyet dairesinde hareket etmemiş demektir. Hata irtikâp etmiştir. Bu hata yüzünden, Avrupa ve bilhassa Fransa efkârı umumîyesinde makûs tesirler hasıl olduğu görülüyor. Bekir Semi Beyin gittiği yoldan hareket edersek, biz de aynı veçhile hata etmiş oluruz. Avrupa’nın Misak-ı Millîden haberdar olmamasına imkân yoktur. Avrupa, Misak-ı Millî tabirini öğrenmemiş olabilir. Fakat senelerden beri kan döktüğümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, şu kanlı mücadelâtın neden ileri geldiğini elbette düşünmektedirler. Misak-ı Millî ve hareketi millîye hakkında İstanbul’un haberdar olmadığına dair beyanat, doğru değildir. İstanbul halkı, bütün Türk milleti gibi, harekât-ı millîyeye vâkıf ve onun taraftarıdır. Gayrivakıf ve aleyhtar görünen zevat ve tevabii, mahdut ve milletçe malumdur: “Franklen Buyyon, Bekir Sami Beyin talimat ve salâhiyeti haricinde hareket etmiş olduğuna dair olan beyanatım üzerine dediler ki, bundan bahsedebilir miyim? Beyanatımı isteği yerlere ilâm ve hikâye edebileceğini söyledim. Mösyö Franklen Buyyon, Bekir Sami Bey İtilafnamesinden ayrılmamak için serdi mazeret ederken, Bekir Sami Beyin bir Misak-ı Millî olduğundan ve onun hududu haricine çıkamayacağından bahsetmediğini ve eğer bahsetseydi o zaman ona göre görüşülüp icabı gibi hareket olunabileceğini, fakat şimdi meselenin müşkül olduğunu tekrar etti. Efkârı umumiye; bu Türkler, murahhasları vasıtasıyla, bundan, niçin bahsetmemişler, şimdi, yeni yeni meseleler çıkarıyorlar diyeceklerdir.[29]

 Nihayet, uzun müzakere ve münakaşalardan sora, Mösyö Franklen Buyyon, evvelâ Misak-ı Millîyi okuyup anladıktan sonra görüşmek üzere, müzakerenin tehirini (geciktirilmesini) teklif etti. Ondan sora Misak-ı Millînin maddeleri baştan nihayete kadar birer birer okunarak müzakere ve münakaşaya devam olundu. Efendiler, Mösyö Franklen Buyyon ile mühim ve tâli mesail üzerinde ünlerce ve günlerce müdavele-i efkârda bulunduk. Netice olarak birbirimizi fikirleriyle, hisleriyle, meslekleriyle anlamak müyesser oldu zannederim. akat, Fransa Hükümetiyle Türk hükümeti millîyesi arasında, kafi itilâf noktaları tespit edilebilmek için biraz daha zamanın geçmesi zaruri oldu. eye intizar olunuyordu? ihtimal ki, Türk mevcudiyet-i millîyesinin Birinci e İkinci İnönü’den sonra daha büyücek bir eserle teyit edilmiş olmasına…. ilhakika, Mösyö Franklen Buyyonun kararı kafiye iktiran ettirip imza ylediği Ankara İtilâfnamesi, Sakarya Melhame-i Kübrasından 37 gün sonra, rzetmiş olduğum gibi, 20 Teşrinievvel 1921 de vücut bulmuş bir vesikadır. Bu İtilâfname ile, siyasî iktisadî, askerî ilâ…. hiçbir hususta stiklâlimizden hiçbir şey feda etmeksizin eczayı vatanımızın kıymetli arçalarını işgâlden tahlis etmiş olduk. Bu İtilâfname ile âmal-i millîyemiz, ilk defa olarak düvel-i garbiyeden biri tarafından, asdik ve ifade edilmiş oldu.

Mösyö Franklen Buyyon; bundan sonra da birkaç kere Türkiye’ye gelmiş, Ankara’da ilk günlerde meyanemizde teessüs eden dostluk hissiyatını izhara vesile aramıştır.”[30]

 Suriye’deki Gelişmelerin Güney Cephesi ve Ankara Hükûmeti Açısından Önemi

Samsun’a 19 Mayıs 1919 tarihinde kalabalık bir Paşa grubu ile çıkmış olan Mustafa Kemal Paşa, buradan başlattığı             İstiklal Mücadelesinin ilk neticesini Güney Cephesi’nde almıştı. Ali Fuat Paşa, Sivas Kongresi’nden sonra Ankara’ya geldiğinde, Heyet-i Temsiliye’ye iki önemli teklifte bulundu. Bu tekliften birisi “Heyet-i Temsiliye”nin Ankara’ya gelmesi, diğeri işgal altında olan güneydeki Adana, Antep, Maraş ve Urfa’nın kurtarılması için hazırlıklara girişilmesi idi. Ali Fuat Paşa, bu konuda 3. Kolordu Kumandanı Miralay Çolak Sehattin Bey’le hazırlamış olduğu raporu Heyet-i Temsiliye’ye sundu.[31] Mustafa Kemal Paşa, Fransızlarla Ermenilerin Maraş’tan Antep’e yürüdükleri bilgisini aldıktan sonra, 12 Ekim 1919 tarihinde Kılıç Ali’yi Millî Kuvvetler teşkilatını kurmak üzere görevlendirdi.

Sivas Kongresi’nin ardından 2 Ekim 1919 tarihinde istifa eden Damat Ferit Paşa Hükûmeti’nden sonra kurulan Ali Rıza Paşa Hükûmeti’nin, Sivas Kongresi sonrasında 1 Kasım 1919 tarihinde Sivas’ta bulunan 3. Ordu Kumandanlığı’na gönderdiği bir telgrafta, “…Pek aşikardır ki İtilâf devletlerinden herhangi birine karşı silâh kuvvetiyle bir muvaffakiyet istihsali düşünülemez…” ifadesi, İstanbul Hükûmeti’nin Güney cephesinde Fransızlara karşı tutumunu ortaya koymaktaydı. Mustafa Kemal Paşa, 12 Kasım 1919 tarihinde cevabi telgrafında İtilaf Devletleri’ne karşı Türk halkının silahlı mücadele etmesinin gerekliliğini savunmaktadır. Telgrafta, Güney cephesinde Fransızların hoş tutulmasında kazancın ne olacağı konusuna akıl erdiremediklerini dile getiren Mustafa Kemal Paşa, bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğuna “Garp zihniyeti, tabasbus ve riyakârlığın hassaten zulüm ve itisafına uğradığı bir milletten çıktığını görürse, o milletin yaşamak hakkı olmadığına, zelil, hakir, duygusuz bulunduğuna hükmeder ve haince maksadlarını tatbike bir beis görmez…” şeklinde sert bir ifadeyle karşılık vermektedir.[32]

Heyet-i Temsiliye, Güney cephesi için planlama ve mücadele verme gayreti içerisinde iken bölgede tutunamayan Fransızlar ise barış arayışlarının ilk işaretini vermeye başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 29 Mayıs 1920 tarihinde yapılan gizli oturumda Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’nun güneyinde Türklere karşı tutunamayan Fransa’nın Ankara Hükûmeti ile anlaşmak istemesinin temel sebebini, en azından Suriye’deki menfaatlerini koruyabilmek olarak açıkladı.

Fransızların Suriye Yüksek Komiseri olan Mösyö George Picot, 8 Aralık 1919 tarihinde Sivas’ta Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşmede pek yakında Türk millî siyasetine taraftar olacağını bildirmiştir. Bu görüşmede; Maraş, Antep ve Adana’da Türk millî kuvvetleri tarafından Fransız birliklerinin çok sıkıştırıldığı hususunda çok fazla vurgu yapan Picot, kendi kuvvetlerine karşı taarruza geçmekten vazgeçmelerini rica etti. Bu görüşmenin 1919 yılı Kasım ayında gerçekleştiğini açıklayan Falih Fıfkı Atay, görüşmenin içeriğini Fransızların Ermenileri buradan çekecekleri, halka eziyet etmeyecekleri, Türk tarafının da Fransızları rahat bırakacakları şeklinde açıklamaktadır. Ayrıca, İngilizlerin bu sözde yakınlaşmayı bile içlerine sindiremedikleri gerçeğini de Atay burada dile getiriyor. Bu bilgiler ışığında görüşmenin zemini, sağlıklı bir uzlaşmayı bulmaktan ziyade, sadece bir temas gerçekleştirmekti. Güney cephesinde Fransızların kendi zafiyetini dile getirmeye başlaması, daha sonra Anadolu’da işgalci konumunda olan İtilaf Devletleri arasında yapılacak barış anlaşmasının yolunu açacaktı.[33]

Sivas’tan hareket eden Heyet-i Temsiliye, Kayseri yoluyla Ankara’ya 27 Aralık 1919 tarihinde geldi. İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın açılmadan önce Ankara’da mebuslar ile yapılan toplantıda; 30 Ekim 1918 tarihinde Türk kuvvetlerinin elinde muhafaza ettiği sınırlar, Türk milli hududu olarak kabul edildi. Bu alınan karara göre; güney sınırı, İskenderun-Antalya-Halep (hariç)-Katma-Cerablus-Deyrizor-Musul-Kerkük-Süleymaniye hattı şeklinde tespiti yapıldı.[34]

Güneyde sınır belirleme müzakereleri sonrasında Mustafa Kemal Paşa’nın istihbarat raporlarını gören Yüzbaşı Selahattin Bey’in, hatıralarında aktardığı bu kayıtlardan bölgede geçen çetin muharebeleri öğrenmek mümkündür. 26 Ocak 1920 tarihli raporda; Fransızların 1.770 kişiyle Toprakkale’de, 270 kişiyle Katma’da, 600 kişiyle Kilis’te, 1.200 kişiyle Antep’te, 1.200 kişiyle Maraş’ta bulunduğu, 21 Ocak 1920’de ilk silahın patladığı, 3. ve 20. Kolorduların Maraş halkına yardıma geçecekleri bilgisi yer alıyordu. 30 Ocak 1920 tarihli raporda; 28 Ocak 1920 günü Maraşlıların şehri ele geçirdikleri, Fransızların Ermeni komitaları ve generalleriyle Amerikan kolejine sığındıkları kayıtlı idi. 31 Ocak 1920 tarihli raporda; kiliselere sığınan Fransızların huruç hareketine geçmek istediklerini, ama başarıya ulaşamadıkları yazılıydı. 11 Şubat 1920’de Maraş’tan firara çalışan Fransızların, İslahiye yolu üzerindeki “Belpınar”da elliden fazla ölü bırakarak Maraş’taki Ermeni komitacılarına teslim oldukları rapordaki bilgiler arasındadır. 11 Şubat 1920 tarihli raporda; Antep’e gelmekte olan bir düşman kuvvetinin Anteplilerle çarpışmaya girdiği anlaşılıyordu. Demek ki Ayvalık’ta silah patlamasından sekiz ay sonra Antep’te mücadele başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın istihbarat raporları, Güneydoğu Anadolu’nun düşmana baş kaldırdığını bildiriyordu.[35]

Türkiye Büyük Meclisi’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılmasından hemen sonra Güney cephesinde Fransızlara karşı Adana, Mersin, Tarsus, Islahiye, Silifke mıntıkalarında milli kuvvetler oluşturuldu. Adana’nın doğusunda Tufan Bey takma adıyla Yüzbaşı Osman Bey, milli müfrezeler kurarak Mersin, Tarsus, Adana şehirlerinin girişine kadar hâkimiyetini kurdu, Pozantı’da ise Fransızları geri çekilmeye mecbur bıraktı. Kilikya’nın diğer kısmında da Topçu Binbaşı Kemal Bey millî teşkilatlanmayı ve mücadeleyi sağladı. Maraş, Antep ve Urfa civarında Kılıç Ali ve Ali Saip Beyler, işgal kuvvetlerinin buralardan çekilmesinde büyük başarı kazandılar. Maraş, Antep civarında Kılıç Ali Bey tarafından millî teşkilat kuruldu. Bölgedeki askerlerin ve halkın büyük direnişi neticesinde 1920 yılı mayıs ayında Fransızlar Ankara Hükümeti ile müzakere arayışına geçtiler.[36] Fransız gazeteleri bu günlerde Fransızların Kilikya’da müşkül durumda olduklarını açıkça yazmaktan çekinmediler. Güney cephesinde bu mücadele karşısında Fransızlar, 1920 yılı temmuz ayı başlarında Arapboğazı’nda önemli miktarda erzak ve cephane bıraktılar ve İslahiye’yi tahliye ettiler. Fransız işgali altında bulunan Adana-Tarsus arasındaki Yenice istasyonuna Türk kuvvetleri 1920 yılı temmuz ayı başlarından baskın yaparak burayı işgalden kurtarmış, iki zabit ile 26 düşman askeri esir alındı.[37]

Fransa’nın Klikya özlemi ile başlayan Adana, Urfa, Maraş, Kilis, Antep işgalleri üzerine TBMM tarafından Güney Cephesi veya Kilikya Cephesi adı verilen cephe açılmıştı. Güney Cephesi, Cenup Cephesi, Fransız Cephesi veya Kilikya Cephesi (Fransızca: La campagne de Cilicie); I. Dünya Savaşı’nın ardından Fransız kuvvetleri ve beraberindeki Ermeni Lejyonu ile TBMM idaresindeki Kuvayı Milliye arasında gerçekleşen muharebelerden meydana gelen cephedir. Fransa, Sykes-Picot Anlaşması ve ardından Ermeniler ile imzalanan antlaşma ile kendisine düşen toprakları işgali ile kurulan cephe, 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması ile kapanmıştır.[38]

İngilizler Çukurova ve Suriye’deki İşgal Bölgelerini “Suriye İtilafnamesi” ile Fransızlara Bıraktı

Mondros Mütarekesi imzalanıncaya kadar Musul’u Osmanlı toprağı olarak tutmaya muvaffak olan 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan (Sâbis) Paşa, bu mütarekeden sonra buradan çekilmemek için İngiliz kuvvetlerine karşı çok direndi. Fakat Sadrazam ve Başkumandan Vekili olan Ahmet İzzet Paşa’nın 9 Kasım 1918 tarihinde verdiği emirle Ali İhsan Paşa, hemen ertesi günü Musul’u İngilizlere bırakarak mecburen Nusaybin’e çekildi. Yıldırım Ordular Grubunun lağvedilmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a tayinin çıkması, Ali İhsan Paşa’nın komutasındaki 6. Ordunun mesuliyet sahasının genişlemesine sebep oldu. Anadolu’nun güneyinde ortaya çıkması muhtemel bir askerî zafiyetin bertaraf edilmesi, aslında Ali İhsan Paşa’nın sorumluluk sahasını genişletmesi sayesinde açıldı. Paşa, insiyatif kullanarak Halep’in İngiliz işgali altında bulunması nedeniyle güneyden gelecek saldırı tehlikesine karşı Fırat nehrinden Dicle nehrine kadar olan geniş arazide teyakkuz hâlinde olacaktı. Kuzey tarafından İngiliz kuvvetlerinin Diyarbakır, Bitlis, Van, Erzurum, Trabzon, Sivas, Elazığ vilayetlerine sokulmaması vazifesini Paşa, kendine bağlı, ancak bir hayli zayıflamış olan kuvvetleriyle üstlendi. Mütareke hükümlerine göre diğer ordular lağvolunurken 6. ve 9. Ordular daha lağvedilmemişti.[39]

İngiltere, 9 Şubat 1919’da Musul ile birlikte Suriye’nin önemli bir bölümündeki haklarının tanınmasını, Fransa ise tüm Suriye’nin mandaterliğinin kendisine verilmesini istedi. İngiltere ve Fransa arasında,  ABD ve İtalyan delegelerinin de katıldığı bazı toplantılar yapıldı. 7 Mart 1919’da, Clemenceau, Suriye’nin tamamı ve Klikya’daki “manda” isteklerini dile getirdi. Fransa’nın bu isteği, Ermenistan için düşünülen bölgenin de en önemli kısmını kapsamaktaydı.

Bir dizi görüşmelerden sonra, 26 Nisan 1919’da, Long-Berencer Petrol Antlaşması’nı imzalayan İngiltere ve Fransa, bu antlaşma ile Rusya, Romanya gibi ülkelerle, kendilerine bağlı sömürgelerde ve bilhassa Mezopotamya’daki petrol yatakları konusunda ilişkilerini yeniden düzenlediler. Fransa’ya Türk Petrolleri Şirketi’nin % 25’ini kullanma hakkı verildi.[40]

İngiliz Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı Clemenceau, Haziran ayında genel bir mutakabat sağlamışlardı. Buna göre İn¬giltere, gelecekte olası Alman tehlikelerine karşı Fransa’ya güvence verecek ve Suriye’de manda yönetimi kurmasını sağlayacaktı. Buna karşılık Fransa, Irak’ın kuzeyi ve Musul bölgesi için Sykes-Picot Anlaşması ile sahip olduğu haklarından cayarak, burayı tamamen İngiltere’ye bırakacaktı. İngiltere’nin Musul Vilayeti’ndeki fiili egemenligi, resrnî bir nitelik kazanacaktı.

Nihayet Temmuz 1919’da Lloyd George ve Clemenceau, yaptıkları görüşmeler sonunda Adana, Maraş, Antep, Urfa ile Suriye’nin bir kısmında İngiliz birliklerinin yerine Fransız kuvvetlerinin geçmesini, Şam ve Halep şehirlerinde ise İngilizlerin yerini Şerif Hüseyin birliklerine bırakmasını ilke olarak kabul etmişlerdi.

Lloyd George ve Clemenceau ile görüşmeler çerçevesinde, Fransa ve Araplara sunulmak üzere bir memorandum  hazırlatılmıştı. Buna göre; İngiliz ordusu, Suriye’yi boşaltmak için derhal harekete geçecek, İngilizler bölgedeki sorumluluklarını Fransız ve Arap kuvvetlerine  devredecekti. Filistin İngiltere’nin elinde kalacak, Musul dahil, Mezopotamya da İngiltere’ye tabi olacaktı. İngiltere, aynı zamanda, Ermenileri himaye sorumluluğunu üstlenen Fransız birliklerinin Klikya’ya gönderilmesini kabul ediyordu. Bunu takiben Fransızlar, Kilikya’daki askerî birliklerini teşekkül ederken, Adana, İskenderun ve Dörtyol’a sevk ettikleri birliklerle işgale hazırlanıyordu.

13 Eylül 1919’da Paris’te Clemenceau’ya, 15 Eylülde Dörtler Konseyine resmen sunulan bu memorandum üzerindeki görüşmeler sonucunda 15 Eylül’de 1919’da “Suriye İtilafnamesi” olarak tanınan İngiliz-Fransız anlaşması imzalanmıştı. “Suriye İtilafnamesi” ile İngiliz kuvvetleri Kilikya ve Suriye’den çekilecek ve yerlerini 1 Kasım 1919 tarihinden itibaren Fransızlara terk edecekti.[41] Bu antlaşma şartı gereği, sivil yönetimler Osmanlılarda kalacak, askerî otorite Fransızların elinde olacaktı.  Böylece İngiltere, Musul bölgesi hariç Sykes-Picot Anlaşması ile girdiği yükümlülüklerden kurtuluyordu.[42]

İngilizlerin güney vilayetlerimizi Fransızlara devrine ve Fransızların bölgeyi işgal hazırlıklarına dikkati çeken Mustafa Kemal Paşa, yayımladığı tamimle Suriye İtilafnamesi’ni ve şartlarını bölge halkı ile bütün Türk milletine duyurdu. Bu tamimde, 1916 Sykes-Picot gizli antlaşması esas alınarak, 15 Eylül 1919’da yeni bir antlaşma imzalandığı, milletin, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde mukaddes ve meşru hukukunu müdafaada azimli ve kararlı olduğunu ilan ettiğini ve bu gibi kararlara asla boyun eğmeyeceğini belirttikten sonra, vatanı ve milleti ilgilendiren bu antlaşmadaki önemli kararları şöyle açıklıyordu:

 “a) Vatanımızda, İngilizlerin haksız yere işgal etmiş oldukları bölgeleri bu defa tahliye ile Fransızlar, haksızlık üzerine haksızlık olmak üzere işgal ederek işe başlayacaklardır.

b) Halep’i hariçte bırakarak, bu şehrin batısından geçen ve Urfa, Antep, Maraş, ve Adana Vilayetleri’ni içine alarak, Harput ve Sivas’a kadar uzanan, Sivas’tan Mersin’in batısına ulaşan sınır içindeki çoğunluğu Türk olan topraklar, Fransız nüfuzu ve idaresi altına girecektir.

c) İtilafname’nin, Suriye’ye ait kısmında, Beyrut Vilayeti’nin Fransızlar tarafından işgal edileceği bildirilmektedir. Bu durum, dindaşlarımızı en zengin topraklarından mahrum edecektir.[43]

Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın, ülkenin tehlikede olduğunu bir kere daha açıklamak için Kastamonu Vilayeti Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Riyasetleri’ne gönderdiği “Suriye İtilafnamesi”nin içeriğini açıklayan telgrafı şöyleydi:

“1. İngilizlerin haksız olarak işgal etmiş oldukları ve tahliye ettikleri mıntıkaları Fransızlar işgale başlamışlardır.

2.Sınır, Halebi dışarıda bırakarak, şehrin batısından geçecekti. Buradan Urfa, Antep, Maraş ile Adana vilayetinin çoğunluğunu İslam ve Türk teşkil eden zengin topraklarını içine alarak kuzeye doğru Harput ve Sivas’a kadar uzanacağı ve bu şehirleri de içine alarak daha sonra Sivas’tan güneye Mersin’e kadar ulaşan bir hudut ile Doğu Anadolu’yu Batı Anadolu’dan ayıran bir mıntıkanın Fransız nüfuz ve idaresine gireceği,

3.İtilafname’nin Suriye’ye ait kısmında bulunan Beyrut vilâyetinin Fransızlar tarafından işgal edilmek suretiyle Müslümanların en zengin sahil kısımlarından mahrum edilmek istendiği ve güya Araplara kalan Ham, Hama ve Halep mıntıkasında Fransızların iktisadi ve sınaî nüfuzları altına sokulacağı kararlaştırıldı.”[44]

Mustafa Kemal, İstanbul Hükûmeti’ni de bir yazı ile uyarmıştı. Bu yazıda, Kilikya’ya ek olarak, Urfa, Maraş ve Antep’in, bu kez de Fransızlar tarafından, Mütareke’ye aykırı olarak işgal edileceği haberinin bütün halkı heyecana sevk ettiği, “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”nin bu gibi işgallere karşı müdafaa ve mukavemet fikrini kabul ettiği, tarafsız kalmanın mümkün olmadığı, bölge halkının, önce işgali protesto edeceğini, Fransızlar, bu protestolara itibar etmezlerse, milletin her vasıtaya başvurarak, bütün varlığıyla işgale karşı koyacağını belirtmişti. Merkezi Hükûmet’in de, bu işgali kararlı bir dille anlatarak, milleti itham ve mesuliyet altında bırakmamak üzere gerekli tedbirleri almasını istiyordu. Oysa İstanbul Hükûmeti, işgal kuvvetlerini mahalli bir silahlı ayaklanma ve savaşla uzaklaştırmak üzere, memleket içinden silahlı kuvvetler tertip ve sevk etmenin başarılı olamayacağı gibi, düşmanlığı artıracağını ve devleti her bakımdan güçlüklerle karşı karşıya bırakacağı görüşündeydi.[45]

Bunun üzerine Mustafa Kemal, Güney Cephesi ile ilgili olarak yürütülecek hareket planını belirlemişti. Buna göre, Fransız kuvvetleri ayrı ayrı veya birdenbire bulundukları yerde kuşatılacak, ufak garnizonlardan başlanarak esir ve imha edilecekti. Tüneller, köprüler ve yollar tahrip edilecek, gezici birlikler yolları kesecek, Fransızların birbirleri ile bağlantısı kesilecekti. Fransız birliklerinin kaldığı yere gece saldırı düzenlenecekti. Bu tedbirlerin belirlendiği sırada, Maraş’ta Fransız ve Ermenilere karşı amansız bir mücadele başlamak üzereydi.[46]

“Suriye İltilafnamesi”nin uygulamaya konulması ve çekilen İngilizlerin yerine Fransızların Antep, Urfa ve Maraş’ı işgale başlaması üzerine, Mustafa Kemal, bütün vilayetlere ve Heyet-i Merkeziye idarelerine gönderdiği 6 Kasım 1919 tarihli bir tamimde:

İngilizlerin, adı geçen bu yerlerden çekilmelerini takiben, Fransız işgalinin başladığını, İstanbul Hükûmeti’nin, bu hareketi İtilaf devletleri nezdinde protesto ettiğini, işgal edilen bölge halkının da büyük mitinglerle, Osmanlı Vatanı’nın ayrılmaz bir parçası olduklarını dünyaya ilan ettiklerini” bildirdi.  Ayrıca, bütün “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyetleri” ve idareleri ile belediye başkanlarının, Osmanlı Devleti’nin bir parçası olan bu yerlerin haksız olarak Fransızlar tarafından işgal edildiğini, telgraflarla, İtilaf Devletleri elçiliklerine, Avrupa ve Amerika kamuoyuna duyurmasını, bununla ilgili protestolarda bulunulmasını ve bu haksızlığın düzeltilmesinin kararlı bir dille ifade edilmesini bildirdi.[47]

Fransa’nın Ayıntâp’ı İşgali

Ayıntâp’ı ilk işgali 17 Aralık 1918 tarihinde İngilizler tarafından gerçekleştirildi. Orta Doğu’daki işgal birliği süvarilerinin yemek ihtiyacını karşılamak maksadı ile geldiklerini açıklayan İngilizler, şehirdeki askerî varlıklarının günden güne artırmaya başladılar. Bu durum memurların ve aydınların endişelenmesine sebep oluyorsa da, halkı kuşkulandırmamak ve heyecana sebebiyet vermemek için ses çıkarmıyorlardı. 1919 yılı Ocak ayına kadar İngilizler askerleri henüz kimseye saldırılmamış ve bir şeye müdahale edilmemişti. 15 Ocak 1919 tarihinden itibaren durum birden değişti, İngilizler tarafından telsiz telgraf haberleşmesine başlanarak telgrafhaneye sansür konuldu. Hükûmet resmî şifresi derhal yasaklandı. Resmî ve gayri resmî haberleşmenin sansüre tabi bulunduğu tebliğ olundu. Böylece Antep 15 Ocak 1919 tarihinde İngilizler tarafından resmen işgal edildi. 23 Ocak 1919 Perşembe günü ise Hükûmet Konağı’nı basan İngilizler, Kolej Müdürü Mr. Mery ile birlikte Mutasarrıf Celâl Bey’le görüşerek memleketin ileri gelenlerinin toplanmasını istediler. Ayıntâp ileri gelenleri, aydınları, Hükûmet Konağı önünde bekleyen otomobillere bindirilerek İngilizlerin Karargâhı olan Amerikan Koleji’ne götürüldüler. Karargâh’ta yapılan sorgulamalarında,  I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilere zulüm ettikleri, tehcir esnasında kötü muamelede bulundukları ve Ermenilerin pek çok eşya vesairesini alarak bu yüzden mühim bir servet elde ettikleri bahanesiyle suçlu bulunarak tutuklanıp, Halep üzerinden Mısır’a gönderildiler. Her ne kadar tutuklanan şahısların muhakeme edilmek üzere hükûmete teslimleri talebinde ısrar edilmiş ise de etkili olunamamış ve Hükûmet Konağı makineli tüfekler ile silahlandırılmış bir bölük İngiliz askeri ile sarılarak I. Dünya Savaşı ve Ermeni tehciri hakkında mevcut evrak ve vesikayla dolu bir çuvalı zorla alıp götürmüşlerdir.[48] 

Ayıntâp’ta 15 Mart 1919’da on beş gün süre ile dükkân kapama ve sokağa çıkma yasağı uygulandı. İngilizler, Fransızlarla imzaladıkları “Suriye İtilafnamesi” gereğince diğer yerlerle birlikte Maraş, Urfa ve Ayıntâp’ı 1 Kasım 1919 tarihinde Fransızlara terk ettiler.[49]

Fransızların Ayıntâp’ı işgalleri 29 Ekim 1919’da Kilis’te başladı. 5 Kasım 1919 günü ise Ermeni halkının coşkulu gösterileri arasında, içlerinde gönüllü Ermeni birliklerinin de bulunduğu Fransız işgal kuvvetlerinin Ayıntâp’a girdi. [50]

Ayıntâp’ın Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine Heyet-i Temsiliye aşağıdaki kararı almıştır:

Ayıntâp, Urfa ve Maraş’ın antlaşma şartlarına aykırı olarak bu defa Fransızlar tarafından işgali haberi ve bu işgal etrafında dönen bir takım dedikodular dolayısıyla bu çevre ve civar vilâyetler ahalisinin son derece heyecana kapıldıkları ve bu heyecanın bütün Anadolu’ya sirayet etmek üzere bulunduğu ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bu gibi işgallere karşı birlikte müdafaa mukavemet esasına kabul eylemiş olmasına nazaran bu meselede bîtaraf kalamayacağı ve bu bölge ahalisinin evvelâ sessiz bir şekilde bunu protesto edeceği ve protestoya Fransızlar tarafından ehemmiyet verilmediği takdirde milletin bütün vasıtalara başvurarak tüm mevcudiyetiyle Fransız işgal kuvvetlerine karşı fiilen müdafaaya kendini selâhiyetkâr addedeceği ve hükümet-i merkeziyenin akla gelen en uygun şekilde ve kararlı bir dil ile bunları anlatarak neticede milleti itham ve mesuliyet altında bırakmamak için icap eden siyasî tedbirlerin yerine getirilmesi Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya yazıldı ve durum bu havalinin merkez heyetlerine bildirildi” deniyordu.[51]

Mustafa Kemal, Antep, Adana, Sis, Mersin, Cebelibereket Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine Sivas’tan gönderdiği 9 Kasım 1919 tarihli telgrafta şöyle diyordu:[52]

Antep, Adana, Sis, Mersin, Cebelibereket Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine Sivas’tan Keşide Olunan Telgraf

Evvelce mütareke mevadd-ı hilafına olarak İngilizler tarafından işgal olunan Antep, Maraş ve havalisi tesellüm suretiyle Fransızlar tarafından işgal olunmak üzere tahliye olundu. Buraları elyevm Fransızların taht-ı işgalindedir. Hükûmet, bu mevaki ahalisinin hukukunu ayaklar altına alan işgal-i mezkûru hükûmat-ı muhtelife nezdinde protesto etmekle beraber Türk Hükûmeti’nin velev en küçük parçasının olsun kendisinden nez’edilmeyeceği muazzam mitingler suretiyle cihana ilâna başladılar. Binaenaleyh Türk hükûmeti aksamından olan işbu mevakiin Fransızlar tarafından işgalinin bilumum memurin-i hükûmetle müdafa-i hukuk heyet-i merkeziyeleri ve belediye reisleri tarafından efkâr-ı umumiye ve Amerika nezdinde protesto edilmesi ve bu haksızlığın tashihinin talep olunması tamimen tebliğ olunur. 9 Teşrinisani 1335.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Kısm-ı İcrai Reisi Mustafa Kemal

7 Aralık 1919’da Mustafa Kemal ile görüşen Picot, Mustafa Kemal’in “Bölgedeki Fransız işgalinin sona erdirilmesi, aksi takdirde Türklerin bu toprakları geri almak için savaşa devam edeceği” şeklindeki sözlerine karşılık Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını desteklediğini, Sivas’a hareketinden önce Ermeni kıtalarına yeni işgal olunan yerlerden çekilmelerini emrettiğini söylemiştir. Ayrıca, Adana’dan kendilerine sağlanacak olan ekonomik ayrıcalıkları karşılık olarak Maraş, Antep, Urfa ve Kilikya’nın boşaltılmasının ve barış konferansında diğer İtilaf devletlerinin de bu konuda Fransa’yı örnek alarak işgal ettikleri yerleri terk etmelerinin mümkün olabileceğini, bu bölgelerde Fransızlara karşı silahlı bir ayaklanma meydana getirilmemesini istiyordu.[53] Kendisine, Fransızlar ve Ermeniler tarafından sebebiyet verilmedikçe, Müslümanların silahlı bir tecavüzde bulunmayacakları bildirildi. Mustafa Kemal-Picot görüşmesine rağmen Türk-Fransız ilişkileri gittikçe bozulmuş, bu görüşmelerden de bir sonuç çıkmamış, bölgede Fransızların tutumunda hiç bir değişiklik meydana gelmemişti.

Mustafa Kemal Paşa, güneydeki işgaller konusunda sadece Kongre’den değil halkın da desteğini bekliyordu. Antep, Maraş ve Urfa’nın işgali üzerine Sivas’tan gönderdiği 9 Kasım 1919 tarihli telgrafta “Fransızların ateşkes şartlarına aykırı olarak bölgeyi işgal ettiklerini, Müdafaa-i Hukuk ve yerel yöneticilerin mitingler düzenleyerek işgali protesto etmeye ve Türk hükûmetinin en küçük toprak parçasının dahi koparılamayacağına müsaade etmediklerini” belirtmişti.

Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra Heyet-i Merkeziye’nin kurulması ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin tek bir çatı altında toplanmasıyla tüm Anadolu’nun birlikte savunma ve direnme iradesini göstermeye başlamıştı. Güney (Klikya) Cephesinde Ermenilerin, Türklere karşı akla gelmeyecek insanlık dışı hareketlerde bulunmaları ve göç ettirilen Ermenilerin yaklaşık (100.000) bu bölgelere yeniden yerleştirmek istenmesi ve bir Ermeni devleti kurma çabaları üzerine, Sivas Kongresi’nde temeli atılan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Misakı-i Millî sınırları içindeki vatan topraklarını savunma kararı almıştı. Sivas Kongresi’nde Doğu Anadolu’nun savunulması için bütün bir cephe kurulmuştu. Sivas’ta bulunan 3. Kolordu bölgelere ayrıldı. 3. Kolordunun kendi bölgeleri Sivas’tan, 20. Kolordu Bölgesi Ankara’dan, 12 Kolordu ise Konya’dan idare ediliyordu. Ayıntâp ve Kilis’in savunulması 3. Kolordu ile ikinci bölge içinde bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine verilmiş ve Kongre’de alınan kararlar hemen her yere gönderilmişti.

Antep şehrini elinde tutan Fransızlar, ahaliye hitaben neşrettiği beyannamede, Osmanlı Hükûmeti ile yapılan anlaşma gereğince Ayıntâp’in Suriye’ye geçtiğini ve Fransız mandasına terk edildiğini bildirmişlerdi. Ahalinin iki saat içerisinde Ayıntâp’ı boşaltmasını isteyen Fransızların bu yazılı talebi halk tarafından reddedildi ve halk mücadeleye Kuvayı Milliye ile devam etti. Yayınladıkları beyannamede, Antep’in yapılan anlaşmayla Suriye’ye dahil edildiğini, bu bölgenin Suriye’nin uzantısı olarak görüldüğünü ve bunu halka da kabul ettirme çabası içerisinde bulunduklarını açıkça ifade eden Fransa’nın bu siyasetini halk boşa çıkaracaktır.  Halk Antep’i boşaltmayarak giriştiği mücadeleyle Fransızların tüm planlarını alt üst etmişti.

Bugün Gaziantep denince akla Fransız işgali, Fransızlara karşı yapılan şanlı müdafaa ve Fransızların yaklaşık on bir aylık işgalleri baskı ve zulümleri hatırlanmamaktadır. Oysa Ayıntâp, Maraş ve Urfa’yı ilk İngilizler işgal ettiler, İngiliz işgaliyle birlikte savaş sırasında Suriye’ye sürülmüş olan Antepli Ermeniler de şehre gelmeye başladılar ve bunlara asayişsizlik nedeniyle yerlerine dönmeyen Ermeniler de katıldı, İngilizler işgalden bir müddet sonra, maiyetlerinde bulundurdukları Ermeni tercümanların tahrik ve teşvikiyle Türklere karşı baskı ve harekâtlarını günden güne artırdılar. Şehrin ileri gelenlerini tutuklayıp Halep’e oradan da Mısır’a sürdüler. Hükümet Konağı’nı basıp, Ermeni tehciri ile ilgili evrak ve vesikayı gasp ettiler, sıkıyönetim ilân ederek Anteplilere uzun bir tedhiş devresi yaşattılar.

Fransa işgali ile başlayan Ermeni taşkınlıkları, Türklere yapılan zulüm ve hareket, Türk kadınlarına yapılan tecavüzler Ayıntâp Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin yıldırım hızıyla kurulmasını sağlamış ve silahlı direnmenin zeminini hazırlamıştır.

Sivas Kongresi kararları ve Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleri doğrultusunda teşkilatlanmalarını tamamlayan Ayıntâp, Maraş, Urfa Türkleri, 1920 yılı başında Fransızlara karşı savaş açtılar. Mustafa Kemal Paşa, Güney Cephesi’nde büyük müstevli devletlerin kuvvetlerine karşı orduyla değil “halk”la savaşmayı tercih etmiştir.

Fransızlar Urfa ve Maraş’ta nispeten az bir direnme karşısında bu şehirleri boşaltmışlardı. Buna karşılık daha çetin bir direnme ile karşılaştıkları Antep’te kuvvetlerinin azamisini kullanarak her taraftan tasarruf ettikleri birlikleri getirmek suretiyle sonuna kadar savaşmışlardı.

Müfide Ferit 7 Şubat 1921 tarihli yazısında şöyle diyordu:

Türkler! Hürmetle eğiliniz Antep karşısındasınız! Onu, o aşk-ı vatan timsalini, kendi ezeli ve fıtrî kahramanlığınızı selamlıyorsunuz…”

Gaziantep’in, Anteplinin karşısında hürmetle eğilen yalnız Türkler değil, insanlık âlemi idi. Çünkü Antep halkı “Fransız mandasındansa şerefli bir ölüm daha hayırlıdır” diyerek memleketlerini savunmuşlar, açlığa yenilmişlerdi. Açıkça bir şehrin bu şanlı savunması yalnız Türklerin değil bütün insanlık âleminin hayret, takdir ve hürmetini kazanmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 6 Şubat 1921 tarih ve 147. sayılı toplantısında Fevzi Çakmak’ın Meclis’e başkanlığına sunduğu önerge ile Antep şehrine GAZİ’lik unvanı verilmiş ve Gazilik Kanunu 8 Şubat 1921 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

  • Nevin BALTA

 

DİPNOTLAR

[1] Türk İstiklal Harbi IV.’ncü Cilt Güney Cephesi, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2009, s. 13-14.

[2] Bu kişiler Malatya’ya giderek burada Mutasarrıf ve Belediye Başkanı tarafından karşılanmıştır. Malatya Mutasarrıfı Bedirhani Aşireti mensubu Halil isimli kişidir. Bu gezinin amacının Kürt ve Ermeni nüfusunu tespit etmek olduğu anlaşılmıştır. Bu kişiler, bu suretle sözde Kürt ve Ermeni nüfusunun çokluğunu ileri sürerek iddialarını ispat etmek istemişlerdir.  Bu kişiler aynı zamanda Elazığ Valisi Ali Galip ile de birleşerek Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklama planları yapmışlardır. Ali Galip, İstanbul hükûmeti ve Padişah tarafından Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklamak için özel olarak gönderilmiştir. Türk İstiklal Harbi, s. 14-15.

[3] Yaşar Akbıyık, XX. Yüzyılın Başlarında Orta Doğu’da Fransız, İngiliz Rekabeti ve Türkiye, Milli Kültür, Sayı 66, Eylül 1989, s. 21.

[4] Mim Kemal Öke, İngiltere’nin Güneydoğu Anadolu Siyaseti ve Binbaşı E. W. C. Noel’in Faaliyetleri (1919), TKAE Yayınları, Ankara, 1988, s. 82.

[5] Mim Kemal Öke, İngiltere’nin Güneydoğu Anadolu Siyaseti ve Binbaşı E. W. C. Noel’in Faaliyetleri (1919), Ankara, 1988, s. 29.

[6] Ömer Osman Umar, “Milli Mücadele Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri (1918­1923)”, TDAD, s. 102, İstanbul, (Haziran), 1996, s. 38.

[7]  Abdülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri, Ankara, 1988, s. 207-208.

[8] Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s.207.

[9] Abdülkerim Rafik, Türkiye-Suriye İlişkiler (1918-1926)”, Çev. Sabahattin Samur, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 102, İstanbul, 1996, s. 6.

[10] Akşin, a.g.e., s. 207-208.

[11] Umar,  a.g.m., Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,  s. 448-449.

[12] Sonyel, Salâhi R., Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınları : XVI. Dizi, 3. bs., Ankara, 2003, s. 188.

[13]  Yrd. Doç. Dr. Nurettin Gülmez, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün, Atatürk Araştıma Merkazi Yayınları, Ankara, 1999, s. 241-242.

[14] Mehmet Şahingöz, “Millî Mücadele Esnasında Yapılan Birlik Mitingleri, ATAM Dergisi. Cilt: XI, Sayı: 32, Temmuz 1995, s. 422-423

[15] Kılınçkaya, s. 177.

[16] Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2007, s. 289.

[17] Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Yazar Yayınları, Ankara, 2013, s. 30- 31.

[18] Kılınçkaya, a.g.e,. s.  178.

[19] Türk İstiklâl Harbi, Cilt : I, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2009, s. 51.

[20] Mehmet Şahingöz, “Millî Mücadele Esnasında Yapılan Birlik Mitingleri, ATAM Dergisi. Cilt: XI, Sayı: 32, Temmuz 1995, s. 422-423

[21] Şahingöz a.g.m, s. 424.

[22]  Şahingöz,  a.g.m,  s. 425.

[23] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev,  Cilt : II, TTK Yayınları, Ankara, 2010, s. 777.

[24]  Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev,  Cilt : II,  TTK Yayınları, Ankara, 2010, s. 595.

[25] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev,  Cilt : II,  TTK Yayınları, Ankara, 2010, s. 777-829.

[26] Doç. Dr. M. Derviş Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki Topraklarda Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Suriye, ATAM Yayınları, 2. bs., Ankara, 2008,  s. 185-186.

[27] Mustafa Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları II, Cilt II,  Kültür Bakanlığı Yayınları: 1732, Ankara, 1995, s. 160-161.

[28] Dr. Ahmet Avanas, “Mütareke Başlarında 2. Ordu’nun Konya’ya Nakli ve Ortaya Çıkan Sorunlar”,  ATAM dergisi,  Cilt: VIII, Sayı: 23,  Mart 1992, s. 45.

[29] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev,  Cilt : II,  TTK Yayınları, Ankara, 2010, s. 443-447.

[30] Nutuk, s. 443-447.

[31] Tutsak, a.g.e., s. 196.

[32] Bıyıklıoğlu, age, s. 67-68.

[33] Tutsak, a.g.e., ,  s. 198.

[34] Tutsak, a.g.m.., s. 193-218.

[35] Tutsak, a.g.m., s. 196-198

[36] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt : II, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1982, s. 453.

[37] Tutsak, a.g.m., s. 197.

[38] Ahmet Mumcu, “Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 80.

[39] Tutsak, a.g.m., s. 194.

[40] Çelik, a.g.e., s. 108-109.

[41] Çelik, a.g.e.,, s. 110- 111.

[42] Güztoklusu, a.g.e., s. 107-108.

[43] Çelik, a.g.e., s. 115.

[44] Nurettin Peker, 1918-1923 İstiklâl Savaşının Vesika ve Resimleri: İnönü, Sakarya, Dumlupınar Zaferlerini Sağlayan İnebolu-Kastamonu ve Havalisi Deniz ve Kara Harekâtı ve Hatıralar, Gün Basımevi, 1955, s. 108.

[45] Çelik, a.g.e., s. 115-116.

[46] Dr. Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Cilt : II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1991, s. 198.

[47] Çelik, a.g.e., s. 116.

[48] Öztürk, a.g.m., s. 2.

[49] Prof. Dr. Şerife Yorulmaz, “Çukurova’da Kuva-yı Milliye Yapılanmasının Temel Özellikleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı:  35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 352.

[50] İşgale katılan Fransız askerleri arasında, bölgeden daha önce göç eden Ermeniler de vardı. İşgal sırasında Fransızlar Senegalli askerlerden oluşan avcı bölüklerini de kullandılar. Antep halkı Fransızların Adana‘da Türk halkına yaptıkları zulüm ve işkenceyi iyi bildikleri için işgale tepki gösterdiler. Fransızlar bu duruma aldırmadıkları gibi resmi binalara Türk bayrağının çekilmesini de yasakladılar. Tutsak, a.g.m., s. 8.

[51] Güner, a.g.m., s. 51-52.

[52] Ünler, a.g.e., s. 177.

[53] Tansel, a.g.e., 219.

Nevin BALTA

Gaziantep 1968, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü (1988) mezunu. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Master Programını 1992’de tamamladı. Türk Dil Kurumunun açtığı sınavı kazanarak Uzman Yardımcılığı kadrosuyla 1989’da işe başladı. 3 yıl sonra Uzman kadrosuna atandı. TDK’de Kişi Adları Sözlüğü Çalışma Grubunda ve Dil Bilimi ve Dil Bilgisi Kolundaki çalışmalara katıldı. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Türk Dili Araştırmalar Yıllığı Belleten dergilerinin yayına hazırlanmasında görev aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde; yer adları, dil, edebiyat, basın tarihi ve folklor konulu yazıları yayımlanmaktadır. Hâlen Türk Dil Kurumunda Uzman olarak görev yapmaktadır. Eserleri: • Türk Dış Politikası-Milliyetten Yansımalar, Lazet Ofset Yayınları, 2005. • Düşünce Okyanusu Mevlana, Kanguru Yayınları, 2. baskı, Ankara 2008. • Gaziantep Yer Adları Üzerine Bir İnceleme, Gaziantep Valiliği-İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Ortak Yayını, Gaziantep, 2010. • Anadolu Kadın Başlıkları, Alter Yayıncılık, 2014. • Antep-Halep-Şam Üçgeninde Son Fedailer, 2023 • E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024